|
Birbirimizi ve kendimizi yok etme çabamızı neden başka işlere kullanmıyoruz ki? Asıl olan hepimizin özde birer insan olduğu gerçeği değil mi? Bir afet olduğunda nasıl bir oluyoruz, ya sonra… Sonra yine çıkar kavgaları başlıyor. Sanki dünyanın kuralı buymuş gibi… Kötü günlerde nasıl tüm insanlık bir anda organize olup, bir bütün olarak hareket edebiliyorsa, bunu gündelik hayatlarımızda da uygulayabilmemizi engelleyen ne? Neden kendimizi bir ırka, bir sınıfa, bir inanca ya da kültüre mal etmeye çalışıyor ve oradan saldırıyoruz ötekilere? Çok mu zor birbirimizi anlamaya çalışmak veya birbirimize katlanmak? Goethe’nin dediği gibi; “İnsan kendini, yalnızca insanda tanır.” Karşımızdaki insanın yüreğine bir baksak, aslında isteklerinin, isteklerimiz olduğunu anlamamız zor olmaz.Her insanın bir hayatı ve söylem şekli vardır. Ne kadar tanısak da ancak kişi, kendini ifade etmesiyle anlaşılır. Bu ifade öyle hassas bir noktadır ki doğru anlaşılabilmek için, doğru ifade edebilmeliyiz. Aşkı anlatmanın birçok yolunu buluyoruz ama düşünün; içten bir “Seni seviyorum” un yerini ne tutabilir ki? Doyumluk değil, tadımlık tatlar unutulmaz aslında…
İçimizde açan yalancı bahara, hoş geldin deriz… Sıradan bir şeymiş gibi… Oysa her bahar başka bir hazdır, yaşayana… Onca insan, onca hayat ve onca acı, onca umut vardır yaşamda. Yaşanılan her anıyı alır, anılarımızı sakladığımız gönül heybemize koyarız. Tadımlık mutlulukları anarken, tek tek çıkarmak için… Hayatta eğreti duran parçaları kabullenmek, zordur. Bazen de mecbur kalırız, kabullenmek için... Dile getirilmesi zor şeyler vardır hayatta… Söylerken nefesimizin kesildiği, kelimelerin birbirine dolandığı zamanlar olur. Bazen de susarak anlaştığımız anlar vardır. Mesela, aşkını itiraf ederken çok zorlanır insan ama mutluluğunu paylaşırken, kelimeler uçuşur, gider. Acı haber vermek, zordur. Kelimeler kaybolur, sesiniz kısılır. Öyle çok an olur ki hayatta, kelimelerin kaybolduğu, cümlelerin yarım kaldığı… Uzun sandığımız hayat, hiç uzun değildir, aslında… Geçmediğini düşündüğümüz zamana, geriye dönüp baktığımızda ,“Nasıl da çabuk geçmiş! ” deriz. Yunanlı yazar Kazancakis, bir ihtiyara “Neye bakıyorsun?” diye, sorduğunda; ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu cevabı verir “Hayatıma evladım, akıp giden hayatıma…” Akıp giden hayata bakanlardan olmayalım, akıp giden hayatın kıymetini bilip, doyasıya yaşayanlardan olalım… Çok geç olmadan… İnce belli çay bardağınızdaki çayınıza koyduğunuz şekeri, çay kaşığınızla çıngır çıngır karıştırın, nefis çayınızdan kocaman bir yudum alın! Her yudumla birlikte içinizin ısındığını, yumuşadığınızı hissettiniz mi? Bir de bu tadın yanına sıcak bir dost ekleyin… Hayatta daha lezzetli bir şey var mı? Dost olun, dostça kalın…
İNCİDAL |
Duyuru Arşivi |