Gizem Gül'ün röportajı
“Din güzel ahlaktır” hadisi şerifinden hareketle ahlak elbette ki İslam dini içerisinde çok önemli bir yere sahip. Peygamber Efendimiz'in (sav) ahlakla ilgili olarak "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim." hadisi şerifi de hepimizin belleklerde her dem taze... Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ile İslam dini ve ahlak ilişkisini konuştuk. İslam'ın perdelenmiş olan yönlerinden bir tanesinin de İslam'ın ahlak yönü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kılıç, bugün Türk toplumu olarak düzgün ahlak inşaasına ihtiyacımız olduğunu söyledi.
Öncelikle ahlak deyince neyi anlamamız gerekir?
“Din güzel ahlaktır” sözünü söyleyen Peygamber Efendimiz’in işaret etmek istediği nokta şudur: Ahlak ‘hulk’ kökünden gelir. ‘Hulk’ iyi bir tabiat, iyi bir seciye, düzgün bir karakter demektir. Demek ki bu manada baktığımızda din, ‘oturmuş bir kimlik inşası’ sürecidir ve pedagojik bir mekteptir. Özellikle modern zamanlarda İslam dini aşırı politize edildi. Biz İslam’ı çok fazla politik ıstılahlarla anlatır olduk. Şüphesiz İslam dininin siyasi görüşleri vardır ama İslam eşittir siyaset diyemeyiz. İslam’ın felsefesi, İslam’ın sanatı, İslam’ın ruhi yönleri son zamanlarda ikincil plana düştü, boğuldu ve ezildi. Aşırı İslam hukuk terminolojisi, İslam’ın bir yönünü, ikincil ya da üçüncül yönünü öne çıkarırken asli yönlerini setretmiş, perdelemiş oldu. İslam’ın perdelenmiş olan yönlerinden bir tanesi de İslam’ın ahlak yönüdür. Ahlakı düzgün tutmak, ahlakı inşa etmek o kadar ihmal edildi ki adeta ahlaksız bir Müslüman da olunabilir hale geldi. Bu ne demektir? Bir Müslüman belirli ritüellere riayet ediyor; namazını kılıyor, orucunu tutuyor ama bir kul hakkına, komşu hakkına riayete gereken özeni göstermiyor. İnsanlara bir ahlak eğitimi verilmiyor ki, oysa ahlak dinin esasıdır. İslam’ın gayesi ahlak-ı zemime denen kötü ahlakı terbiye ederek, iyi ahlaka döndürmektir.
PEYGAMBER EFENDİMİZ AHLAK İNŞASINDA SON HALKA
Peygamber Efendimizin "Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." hadisi şerifini nasıl anlamalıyız?
Peygamber Efendimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” diyor. Demek ki devam etmekte olan bir insan inşası süreci var. Bütün peygamberler aslında güzel insanı inşa etmek için geldiler. Onların hepsi bu binaya bir tuğla koydular. Peygamber Efendimiz “Ben onu tamamlamaya geldim.” diyor. O açıdan ben “Peygamberler devrimcidir” gibi laflara katılmıyorum. Peygamberler devrimci değildirler. Çünkü devrimciler devirirler, peygamberler bir şeyi devirmemişlerdir. Adem’den bu yana var olan, peygamberden peygambere Fem-i Muhsin’den Fem-i Muhsin’e intikal eden o süreçte belirli ıslahlar yapmışlardır. Bu anlamda peygamberler için ıslahçı denilebilir ama devrimci çok politik bir kavramdır. Peygamberler bir geleneği sürdüren kimselerdir. O manada Peygamber Efendimiz “Ahlak inşasında ben son halkayı, son taşı koyan kimseyim.” diyor. Bu ne demektir? Peygamber Efendimizin numune-i timsal dediğimiz bütün dünya insanlığına örnek teşkil edecek bir insan olduğudur. Onun şeriatına, onun yoluna tabi olan bir Müslümanın da o zaman en mükemmel ahlaka sahip olması gerekir. Bir de “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanınız.” diye bir söz vardır. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak ne demektir? Demek ki ahlakta da bizim kaynağımız gene Allah’ın ahlakıdır. “Allah Allah’tır, biz kuluz; Allah nasıl ahlaklı olabilir ki?” gibi bir soru akıllara gelebilir. Burada Batı literatüründeki ‘etik’ kavramı ile bizim ahlak kavramımız arasında bir problem vardır.
BATI’NIN ETİK KAVRAMI İLE BİZİM AHLAK KAVRAMIMIZ ARASINDA BİR PROBLEM VAR
Biz ahlakı çok etik değerlendiriyoruz. Bugün ilahiyat fakültelerindeki ahlak dersi vardır ama orada hep etik anlatılır. Oysa etik ayrı şeydir, ahlak ayrı şeydir. Ahlak bir bakıma bir şeyin boyasına bürünmek demektir. Zaten Ayeti Kerime’de de “Allah’ın boyası en güzel boyadır ve ona boyanınız.” buyurulmaktadır. Şimdi “Allah’ın boyası ne demek? Bu bir duvar boyası gibi bir boya mı acaba? Renkli bir şey mi acaba? Burada şu söylemek isteniyor ki insan aslında yaradılışı itibariyle kendisini yaratanın kendisine yüklediği bazı emanetler anlamıyla ki ne demek onlar? Allah, “Ben size kendi ruhumdan üfledim ve Ben size bütün isimlerimi yükledim.” diyor. Bu ayetlerde Allah, “Ben size bütün isimleri yükledim” diyor. “Size bazı isimleri öğrettim, bazı isimleri vermedim.” demiyor. Bu çok ama çok fazla üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta. Allah’ın sayısız isimleri var ve “Ben size 2 tanesini verdim, gerilerini veremedim, vermedim. Çünkü siz insansınız, kaldıramazsınız.” demedi. Bir hadis-i şerifte de “İnsan Allah’ın sureti, Rahman’ın sureti üzere yaratılmıştır” denilmesinden insanla Allah arasında, insanla yaratıcısı arasında çok yakın adeta ‘organik’ diyebileceğimiz bir irtibatın olduğunu anlıyoruz. Burada bu manada Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmamız bizden isteniyor.
“ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANINIZ”
O zaman bizim Allah’ın ahlakını bilmemiz lazım, ne demektir o? Allah diyor ki “Ben adilim.” O zaman adil ne demek? Bugün Ayeti Kerime’de Cenab-ı Allah diyor ki, “Bir kavmin size karşı adaletsizliği, sizin onlara adaletsizlik yapmanıza sebebiyet vermemesi gerekir.” Allah’ın adaletinde böyle bir şey vardır. Allah kendisine küfredene, kendisine terbiyesizlik yapana dahi mühlet verir, müsaade eder. Allah’a küfreden bir insanın o anda ağzı çarpılmaz. Biz İslam ahlakı ile ahlaklanmışsak Orta Doğu’daki bazı İslami gelişmelere baktığımızda geçmiş rejimlerin gerçekten Müslümanlara çok zulmettiklerini görürüz. Onlar daha önce belki Müslümanlara zulmettiler ama şu an bir Müslüman olarak bir suçluyu yakaladığın anda bunun cezasını sen veremezsin. Bunun bir mahkemesi vardır, kadısı vardır, oraya teslim edersin. Ama şimdi neler oluyor? Karşı cepheden bir adamın kafasını kesiyor, ciğerini söküyor, bağırsaklarını çıkarıyor. Peki İslam’da böyle cezalandırma yöntemi var mı? Belki çok kinlendin, çok zulme uğradın ama hayır ne kadar olursa olsun ayeti eğer biliyorsan adaletli olmak zorundasın. Ayette de diyor ki, “Takvaya en uygun olan adaletli olmaktır. Bir kavmin kötülükleri, adaletsizlikleri size aynı adaletsizliği yapmanıza sebebiyet vermemesi gerekir” diyor. Alın size bir İslam ahlakı… Demek ki ahlak esas. Bu noktada ahlak eğitiminin verilmesi çok önemli.
AHLAK İBADETLERDEN ÖNCE GELİR
Ahlak’ın İslam dini içerisindeki yerinden bahsedecek olursak, neler söylersiniz?
Bizler modern zamanlardaki din anlayışımızı sadece belirli vazifeleri yapmak gibi ritüellerin şekline ve onların yapılış emirlerine hasrettiğimiz için, bu eğitimi alan buna yoğunlaşan bir kimse ‘Her şey oldu, bitti; her şey tamam; ben vazifemi yaptım’ rahatlığıyla hareket edebilmekte. Mesela bir kul hakkına, bir komşu hakkına ya da insan haklarına o kadar çok fazla riayet edilmeyebilmekte. Diyelim ki eğer ticari üretim yapıyorsak; sahte bal üretiyorsak bu gıda maddesinde ‘gerçekten insan sağlığına zararlı şey var mı yok mu’ noktasında çok hassas, çok titiz olmayabiliyoruz. Nelerde hassaslık ve titizlik yapıyoruz? İbadetimizin vaktinin kaçmamasında çok titiz olabiliyoruz belki ama bu tür konularda titizlik yapmayabiliyoruz. Neden? Bu eğitim verilmediği için ve bu yöne dikkat çekilmediği için; çünkü kişiler neye dikkat çekiliyorsa ona yoğunlaşıyorlar. Oysa ki İslam bir paket programdır. Ritüeller, ibadetler bunun içerisinde en altta bulunan önemli bir rükûundur. Ama esas olan ahlak inşasıdır. Ondan dolayı Peygamberimiz Efendimiz “İslam güzel ahlaktan ibarettir” demiştir. “Oruçla, zekatla, hacla ben bunları yaptım demekle, işim bitti zannetme Ey Zahit. İnsan-ı kâmil olmak için irfan lazımmış.” Onun için ahlaklı olmak bence her şeyden önce gelir. Hatta biraz ileri gideceğim, ibadetlerden dahi önce gelir ahlak.
Bunu delillendirecek bir örnek vereyim; Peygamber Efendimizin huzuruna bazen Badiye’den, çölden bedeviler geldiler, dediler ki:
-“ Ya Muhammed, biz senin dinini işittik, bu dine girmek istiyoruz. Ama bu dini bize basitinden öyle anlat ki biz o dine girelim. Öyle kafamız karışık şeylere basmaz.”
-Peygamber Efendimiz: “La ilahe illallah Muhammeden resulullah de” dedi.
- Onlar da “Tamam derim” dediler.
-Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de “Sonra anneni dövme” diye buyurdu.
Peygamber Efendimize malum oldu ki, gelen bedevi kendi köyünde meğerse annesine eziyet eden birisiymiş. Bu bir kötü ahlak örneğidir. Peygamber Efendimiz o bedeviye “Git namaz kıl” demedi, “Anneni dövme” dedi ve başka bir şey demedi o bedeviye. Bedevi de şaşırdı, o yönünün bildiğini bilmiyordu. Nasıl bildiniz anlamında Peygamberimizin yüzüne baktı ve dedi ki “Bunun üzerine ne bir şey çıkarır ne bir şey ilave ederim ya Resulullah” dedi, yani pazarlık yaptı. “La ilahe illallah Muhammeden Resulullah” diyeceğim. Allah’tan başka ilah olmadığa iman edeceğim, Muhammed’in onun elçisi olduğuna iman edeceğim. Bundan sonra sana söz veriyorum bir daha anneme eziyet etmeyeceğim ” dedi. Peygamber Efendimiz de dedi ki “Bundan ne bir şey çıkar, ne bir şey ilave et. Bunları doğru yaparsan Cennet’e gidersin.”
İBADETLER SİZİ KÖTÜLÜKLERDEN ALIKOYAR
Bakınız Peygamber Efendimiz ahlakını düzeltmeden bir insandan başka şeyler talep etmedi. Başka bir rivayette, gene benzer şekilde gelen ama farklı bir bedeviye, ona da “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun elçisi olduğuna şahadet et, sonra namaz kıl.” demiştir. Demek ki gelen kişinin ahlakı çok kötü olmadığı için o kişi namaz kılabilecek hale gelmiştir, namaz kılmak ona tavsiye edilmiştir.
Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman “O namaz kılanlar ki fahşadan ve kötü ahlaktan o namazları onları alıkoyar” ayetinde aynen bu şekilde geçer. “O ibadet ki, o namaz ki fahşadan onları alıkoyar.” Demek ki ibadetin sizi fahşadan, kötülüklerden alıkoyması gerekir. Siz sizi kötülüklerden alıkoymayan bir namaz kılıyorsanız, o namaz ‘namaz’ değildir.
Öncelikle ahlak, ahlak inşası, ahlakın güzelleşmesi, ahlak-ı haseneya ulaştırılması, düzgün bir karakter inşası ve o düzgün karakterdeki kimsenin ibadetlerini yapması için ikinci olarak kendisinden namaz gibi oruç gibi bazı vazifelerin istenmesi söz konusu. Peygamber Efendimizin Mekke’de dönemine baktığımızda daha çok insanların ahlakını inşa ile uğraştıklarını görüyoruz. Peygamber Efendimiz ilk olarak Mekke’de hemen zekat verin, oruç tutun demedi. Hatta namaz bile hemen talep edilmedi, çok sonra talep edildi. Ondan dolayıdır ki din her şeyden evvel ahlaktır.
DİN İLE FITRATTA VAR OLAN AHLAK CİLALANIR
Peygamber Efendimiz, "Sizin en hayırlınız, ahlâken en üstün olanınızdır.” buyurmuştur. Ahlak kişiden kişiye değişebilen bir olgu mudur? Bir kimsenin ahlaklı ya da ahlaksız olduğuna kanaat getirebilmek için hangi kriterlere göre bir değerlendirme yapılır?
Ahlaki neye göre belirleyeceğiz, bu çok nemli. Bir fıtri ahlak vardır, beşeri olarak, insani olarak Allah’ın yarattığı eşref-i mahlûksanız siz, ister Müslüman olun, ister kafir olun, ister putperest olun, ne olursanız olun, en temel insani şeyler itibari ile temel insanlık ahlakına sahip olmanız gerekir. Yoksa hayvanlık kategorisinde olmanız gerekir. Onları da tarif için Kuran-ı Kerim’de deniyor ki “Öyle insanlar vardır ki hayvanlardan daha aşağıdırlar.” Hayvanlar bile ona gıpta ederler, biz bile bu kadar hayvan değiliz derler. Hayvandan daha aşağıda mertebeye sahip insanlar olabiliyor. Çünkü insan yaradılışı gereği en mükemmele çıkabilecek bir varlık, aynı zamanda en aşağılara da inebilecek bir varlık. İkisi arası inişi çıkışı esnek, bundan dolayı ahlakta bir kıstas, bir kriter gerekir. Bu kıstas öncelikle fıtrattır, temel yaradılış kanunlarıdır. Allah’ın insana insan olması hasabiyle vermiş olduğu temel hasletlerdir. Bunlara ilaveten, bunları cilalamak, üstüne rötuşlar atmak için dinler, peygamberlere vahyolunan, peygamberlere bildirilen dini esaslarla aslında o var olan fıtrattaki ahlak cilalanır.
HER DOĞAN İSLAM FITRATI ÜZERİNE DOĞAR
Peygamber Efendimiz “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar.” diyor. İnsan sonra toplumsal yapı gereği bozulur. Biz sadece ruhlar aleminde yaşıyor olsaydık, sistemde bir problem yoktu. Maddeye bulaşmamız, bedenlenmemiz, ruhun bedene girmesiyle beraber maddenin yapısı gereği, fıtratımızı o asli cevherimizi ve ahlakımızdaki güzelliği bozucu saldırılara maruz kaldık. O saldırılar bazen başarılı olabiliyor. Ne gibi? Mesela, karpuzun çok güzel içi vardır ama karpuzun kalınca da bir kabuğu vardır. O kabuk olduğu sürece karpuzun içi taze durur. Siz karpuzun kabuğunu soyup, sırf içini güneşe bıraktığınız zaman karpuzun için bir iki saat içinde pörsür. Dolayısıyla bizim içimiz de saftır ve korunması gerekir. Neden? Madde dünyasındayız, dış dünyaya açık haldeyiz. Açık halde olmasaydık, belki kabuğa gerek yoktu.
DİN GÜZEL AHLAKI KORUMAK İÇİN VAR
Bundan dolayı burada bazı ameller, bazı ritüeller işte o ahlakı, bizdeki cevherimizde var olanı korumak için. Onun için şeriat aslında takvadır; dinler aslında takvadır. Takva korunmak demektir. Peki neyi korumak? Var olanı korumak. Çünkü öyle bir yere gidiyorsun ki koru. Bugün eğer seyahat edeceksiniz, Afrika’nın bazı fakir ülkelerine gidecekseniz size katalogda “Şu şu aşıları yaptır da git” denir. Neden? Çünkü orada o hastalıklar var ve bu aşıları kendini korumaya almak için yaptırman gerekiyor. Ama tabi bir şey varsa korunur. Var olan da o asli fıtrattaki güzel ahlak. Güzel ahlakı korumak için din vardır. O açıdan din bir bakıma yeryüzünde aşılama, korumaya alma yöntemidir. Peygamberler ondan dolayı gelirler ve onlar ilave olarak bir şeyi getirmezler, peygamberler sende var olanı nasıl koruyacağını göstermek için gelirler. Çünkü yaşadığımız planı, dünya planı iyi bilelim. Ay altı planıdır, madde alemidir, maddesel tesirlere açık bir alandır.
AHLAKA EN FAZLA YOĞUNLAŞAN ALAN İSLAM TASAVVUFUDUR
Adap, ahlak ve ahval… Tasavvufun 3 edebinden biri olan ahlak ve tasavvuf ilişkisi nasıldır?
Tasavvuf aslında İslam yorum ekollerinden bir tanesidir. Niçin böyle söyledim? Çünkü dinler peygamberine indiği şeklinden sonra, o peygambere tabii olan ikincil derecedeki insanlara teslim ve emanet edilir. Peygamber vahyi alır ama ondan sonra açıklama süreciyle beraber bir bakıma dünyevileştirir; vahyi bir bakıma yeryüzüne, insana indirger ve size teslim eder. Peygamber Efendimizin bize teslim ettiği İslam içerisinde metafiziğe, varlığa, epistemolojiye, ahlaka, ticarete, aile, günlük hayata, ibadet şekillerine dair konular gibi o kadar çok konu var ki bunların her biri belirli
uzmanlar tarafından işlenmek suretiyle ortaya bilim dalları çıkar. Bilim dalları daha sonra ortaya çıkar ki Peygamberimizin zamanında fıkıh ilmi, hadis ilmi diye bir şey yoktu, tasavvuf diye de bir şey yoktu. Ama o ilimlere malzeme teşkil edecek olan olaylar vardı. Örneğin, ticaret nasıl yapılır? Faiz nedir, faizden nasıl korunulur? Namaz nasıl kılınır? gibi sorular devreye girince ister istemez fıkıh gibi bir bilim dalı ortaya çıkıyor. Aynı bunun gibi Peygamber Efendimizin de varlığa dair, insanın kemaline dair söylediği şeyleri, zaman içerinde kendine arifler denilen, sufiler denilen büyük bilgeler alıp, işlemek suretiyle bugün tasavvuf denilen ilim dalını tesis etmişlerdir. Aslında tasavvuf İslam’ın ahlak felsefesini, ahlak ve maneviyat görüşünü işlemeyi kendine birincil vazife gören bir mekteptir. Tasavvuf fıkıhla da ilgilidir ama birinci dereceden ilgi alanı değildir tasavvufun. Hadis ilmini de kullanır ama birinci derecede hadis ilmi değildir tasavvufun gayesi. Tasavvufun gayesi İslam dininin ruhunda esas olarak talep edilen şey ne ise ona yoğunlaşmaktır. Ondan dolayı tabi ki mesela ticarette de, ibadette de, hatta hadis naklederken, hadis ilminde de ahlaklı olmak gerekir. Bundan dolayı hadis ilminde ahlaklı olanı hadis nakledenlerle, ahlaksız olarak hadis nakleden ‘kazip’ yalancılar vardır. Hadis naklederken falanca kişiden hadis alınmaz çünkü silsiledeki bu kişi yalancıdır denilir.
BUGÜN TÜRK TOPLUMUNUN İHTİYACI OLAN ŞEY DÜZGÜN BİR AHLAK İNŞASIDIR
Ahlak tasavvufta da gereklidir. Bir kişi tasavvufta güzel ahlaktan bahsediyorsa her şeyden evvel kendisinin onu kendinde açığa çıkaran bir ahlak numunesi olması gerekir. Kendisinde olmayan bir şeyi bir insan konuşamaz. Ondan dolayı belki bütün bu branşların içinde ahlak özel alanına en fazla eğilen, yoğunlaşan branşın İslam tasavvufu olduğunu görüyoruz. Tarihimizde de Selçuklu, Osmanlı tarihinde gerek devlette gerekse sosyal hayatta, sivil toplumda kendilerine sufiler, şeyhler denilen o kadar büyük, yüce ahlak örnekleri görmekteyiz ki bunlar toplumumuzu yıkayarak, temizleyerek yüksek ahlaklı, yüksek seciyeli bir toplum inşa edilmesini sağlamıştır. Günümüzde ise maalesef bu yukarıdan aşağı yıkayıcı bilgeler kalmadığı için ticaret, siyaset, din alanı gibi her alan maalesef çok kavgacı, sahtekar, yalancı insanlarla doldu. Bunun önüne nasıl geçeceğiz bilmiyorum. Demek ki dinde de sadece belirli siyasi görüşlere çok ağırlık vermek değildir esas olan. Düzgün insan inşa etmektir. Onun için Türkiye’nin ihtiyacı olan şey düzgün bir ahlakın inşa edilmesidir. Ondan da şuan için çok uzaklaşıyoruz. Bu da beni şahsen ürkütüyor.
BİZ MEVLANA’YI, YUNUS EMRE’Yİ BAŞIMIZ SIKIŞTIĞI ZAMAN KULLANIYORUZ
Yunus Emre, Mevlana ve Aşık Veysel’in yetiştiği bu topraklarda, tasavvuf gibi bir hazineye, hoşgörü kültürüne sahip bir toplum olarak bugün neden bu kadar hırçın ve gergin bir hale geldik?
Bu soruyu dikkatli bir şekilde incelersek cevabını da görürüz. Yunus Emre, Mevlana bizim hayatımızda ne kadar var? Biz Yunus Emre’yi, Mevlana’yı sadece yeri geldiği zaman, başımız sıkıştığı zaman kullanıyoruz. Her yıl 17 Aralık’ta yapılan Şeb-i Aruz törenlerinde siyasilerimizin hepsi Mevlanacı kesiliyorlar. Ama bu böyle olmaz, samimi olmak lazım. Gerçek tasavvufi İslamın, gerçek Mevlana İslamının yanında olduğunu her yönüyle ortaya koymak lazım.
BUGÜN MÜSLÜMANLAR MEVLANA’YI, YUNUS EMRE’Yİ NE KADAR TANIYOR?
Mevlana’nın görüşlerinin ortaokulda, lisede; Yunus Emre’nin felsefesinin ilkokuldan itibaren okutulması lazım. Bizim Türkiye’de “Ben Müslümanım, İslamcıyım” diyen birinde Mevlana’nın felsefesi ne kadar var ki? Yunus Emre’yi ne kadar anlıyorlar ki. Bugün Türkiye İslamcıları Yunus’u tanıyorlar mı acaba?
TÜRKİYE MÜSLÜMANI ECDADININ İSLAMINI TEMSİL ETMİYOR
Bugün Türkiye Diyanetinin camide imamlık yapan imamların Cuma hutbelerinde kaç tane imam var ki size Mevlana’dan beyit okusun. Kaç tane imam var ki Yunus Emre okuyabilsin. Olmayınca, o yüzden suçu başka yerde aramayınız. Biz geleneksel İslamımızdan çok uzaklaştık ve koptuk. Şuan Türkiye Müslümanı ecdadının İslamını temsil etmiyor. Gencisiyle yaşlısıyla hali hazırdaki mevcut İslam, bizim Osmanlı’nın değil ilk dönemi 1910’larındaki İslam bile değil. Farklı bir İslam çıktı şimdi ortaya.
BUGÜNKÜ İSLAM ÇOK POLİTİK KAVRAMLARLA YÜKLÜ VE GELENEKLE İLGİSİ YOK
Çok politik bir kavramlarla yüklü ama gelenekle ilgisi yok. Gelenekte bugün Mesnevi dersleri Ayasofya Kürsüsü’nde yapılırdı. Gelenekte Diyanet İşleri Başkanı Büyük Şeyh Efendi’ydi. Şeyhülislam aynı zamanda bir tarikatın şeyhiydi. Tasavvuf ve meşihat birbirinin içine girmişti ama şimdi öyle değil. Şimdi manipülasyon ve kullanma söz konusu. Başı sıkışan tasavvuf demeye başlıyor. Tasavvuf öyle olmaz. Ben bile şahsen tasavvuf konuşmaktan sıkıldım.
TÜRKİYE MÜSLÜMANI TİTRE VE ÖZÜNE DÖN!
Tasavvuf bizim İslamımızın kökeniydi. Osmanlı’da, Selçuklu ’da kimse tasavvuf konuşmazdı ama tasavvuf yaşanırdı. Şimdi tasavvuf yaşanmıyor, tasavvufa ne kadar hoşgörülü, laylaylom bir İslam olarak bakılıyor. Ama bu gerçek tasavvufu yansıtmıyor. Türkiye Müslümanı titre ve özüne dön. Son sözüm.
Kaynak :
On5yirmi5