| ||||
Sevdiğimiz şey nasıl olurda hemen bizim oluverir. Sevmek duygumuz hangi ilkel dürtüyle sevilene hükmetmek hakkına sahip olduğumuzu zannettirir. Sevmeyi böyle mi öğrettiler, yoksa egolarımızın emri midir bu yanılgılı, bu yanlış sevmeler? Her neyse… Ya sevmeyi yanlış öğrettiler bize ya da böyle bilmek işimize geliyor. “Doğru sevmek”, “Nasıl yani? Sevmenin doğrusu mu olurmuş” diyenler çıkabilir aranızda. Evet “Doğru sevmek”ten bahsediyorum... İlişkilerimizde ki karmaşalar, tartışmalar, ayrılıklar, kırgınlıklarla geçiyor en değerli ve en güzel zamanlarımız. Dün çok değerli kıldığımız, önemsediğimiz ve “asla ayrılmayız, küsmeyiz” dediğimiz insanlarla yabancılaşmayı kader kabullenişimiz doğru sevmeyi bilmediğimiz için yaşanıyor. Yine doğru sevmeyi bilmediğimiz için; kısıtlamalarımız, taleplerimiz, beklentilerimiz, ‘’hayır’’larımız, vermelerimiz, ‘’olmaz’’larımız, olması gerekirlerimiz, olmayacak şeylere “evet”lerimiz, sevmek adına kurduğumuz yanlış cümlelerle yüklediğimiz sorumluluklar ya da karşılıklı eksilttiğimiz özgüvenlerle altüst ettiğimiz yıllarımızı ve kaybettiklerimizi bir düşünün... Biten ilişkilerde, eksilen güvenlerde, azalan zaman paylaşımlarında suçlu kimdi? Gerçek şu ki her iki taraf da suçlu değildi aslında... Suçlu: Zannederek yaşadığımız yanlış sevmelerdi... Bilinçsiz ve ölçüsü olmayan sevgiler (sevgili, karı koca, evlat ,kardeş, dost, arkadaş) önce ilişkilere zarar verir, sonra kişilere. SEVENSEK; çok veririz, çok isteriz, hak etmediğini veririz, istemediğini yaparız, çok sıkarız, çok serbest bırakırız, kontrol atında tutarız, affedilmesi zor olan şeyleri bile affederiz, çok büyük fedakarlıklar yaparız, karşılığını bekleriz, kaygılarımız çoktur, çok konuşuruz, sorgulamamız bitmez. Karşımızdakinin yaşadıklarını, tahammül gücünü, neyi ne kadar ve nasıl istediğini, beklentilerini, egolarını, komplekslerini, yeteneklerini, yeterliliklerini, algılarını, beklentilerini, sevdiklerini, sevmediklerini, zevklerini öğrenmeden, şu ya da bu şekildeki söylem ve eylemleriyle ilişkimizin güzel olacağını, bizi sevdiğini, önemsediğini ZANNEDERİZ. Onların biz gibi düşünmelerini, biz gibi davranmalarını, biz gibi olmalarını bekler, hatta talep ederiz. Sevgimiz prangalaşır, sevdiğimizi sevgimizle esir eder, yorar ve üzeriz ya da bizim şekillendirmelerimize uymadığı için bizi artık önemsemediğini sevmediğini, hatta nefret ettiğini ve bu ilişkiyi istemediğini ZANNEDERİZ… SEVİLENSEK; çok ister, az veririz, en zor şeyleri yapmasını bekleriz, soru sorulsun istemeyiz, cevap vermeyiz, özgürlüğümüzden ödün vermeyiz, alırız vermeyi bilmeyiz, karşılığını veremeyeceğimiz fedakarlıklar bekleriz, bizim için yapılanları önemsemeyiz, sorulara cevap vermeyiz, az konuşuruz, ilgilenmeyiz, sevildiğimizin farkına varmayız; bizi seveni sevgisine esir eder, kırar, incitir, yorar ve üzeriz... Çünkü sevginin hiç bitmeyeceğini zannederiz…
Bütün bunların sonucunda; gün be gün azalır sevgiler... Kişiler gidemedikleri için (karı koca, evlat, kardeş) birbirine yabancılaşır, birbirinden uzaklaşır sevmeler, aşılamayan çelik duvarlar örülür. Bir de yorgun düşmüş sevgilerle bir gün ansızın hayatımızdan çekip gidenler vardır hayatımızda (sevgili, arkadaş, dost) ya da hayatından çekip gittiklerimiz... Ve bir türlü cevaplayamadığımız kocaman bir soru “NEDEN?”. Ve bu bitişler için bulamadığımız suçlular... Allah aşkına sorun kendinize . Neden böyle oldu ? Nasıl bu noktaya geldik ? Niceydi sevmeleriniz? Sevginin “ZANNETMEK” adlı düşmanından haberdar mısınız? İlişkilerin en büyük düşmanı, duygularının, komplekslerinin, algılarının ve egolarının yönlendirdiği ZANNETMEK duygusudur. Karşımızdakinin nasıl düşündüğünü ve değerlerini öğrenmeden, şöyle söylersek, böyle davranırsak beğenileceğimizi, onaylanacağımızı ya da reddedileceğimizi ZANNEDERİZ… Karşımızdakinin bizden beklentilerini, yaptığımız şeyin ne kadar değerli ve yerinde olacağını öğrenmeden, şunu yaparsak, bunu verirsek yaptığımız şeyin kıymetli ya da kıymetsiz olacağını ZANNEDERİZ… Karşımızdakinin neyi kabulleneceğini,yaşam felsefesi ve hayattan beklentilerini öğrenmeden, oluşturduğumuz ya da oluşturulan koşullarla her şeyin iyi olacağını ya da her şeyin berbat olabileceğini ZANNEDERİZ… Karşımızdakinin bilgi ve yeteneklerini, algısını ya da üstesinden gelebilme gücünü öğrenmeden, istediğimiz şeyleri yapabileceğini ya da yapmak istemediğini ya da yapamayacağını ZANNEDERİZ… Karşımızdakileri tanımadığımız gibi kendimizin de gerçekte neye, ne kadar tahammüllü olabileceğimizi bilmiyoruz. Neyi başarıp başaramayacağımızı, gerçekteki beklentilerimizi, ilişkiler ve olaylara bakış açımızın ne olduğunu bilmiyoruz. İlgi ve becerilerimizi, ego ve komplekslerimizi, korkularımız ve kuşkularımızı bilmiyoruz. Bütün bunları belirlemeden, kabullenmeden yaptığımız eylemler, düşünceler ve söylemler, beklentiler ve sevdiğimizi zannetmelerimiz aslında birer YANILSAMADIR. Yanılsamayın sevmelerinizde... Tanışmadan sevmek yorar insanı... Tanışın sevgilerinizle ve kendinizle... Gerçekten “Seviyorum” diyebilmek, sevginin sonsuz gücünü tatmak hiç de zor değil aslında. Zannetmekten vazgeçtiğiniz ve doğru sevmeyi öğrendiğiniz anda mutlu yaşamın ortasındasınız demektir. |