Demokratik, laik bir hukuk devleti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti zamanla hantal bir yapıya sahip olmuştur. Bu yapı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda ülkenin gelişmesini engellemektedir. Türkiye bütün alanlarda köklü reformlar gerçekleştirerek çağı yakalamak zorundadır. Ülkemiz özellikle son 30 yılda eğitim ve bilim alanında büyük gelişme göstermiştir. Bilgi çağını yakalayacak eğitilmiş insan potansiyeline sahiptir. Kaynaklarını ve imkanlarını israf etmeden en verimli şekilde kullanmak zorundadır. Aksi halde çağın gerisinde kalmağa mahkumdur.
Dünyanın jeolojik ve siyasi en çalkantılı bölgesinde yer alan, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasında ve birçok uygarlığı barındıran son kalan toprak parçasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti herkesçe bilinen ve halen çözmediği önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların köklü çözümü Başkanlık sistemi ile mümkündür..Temel sorunlar çözülmediği için Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tüm çabalarımıza rağmen refah toplumu, kalkınmış ülke olamadık.Hiç bir kişisel çıkar,politik düşünce ve suçlamaya gitmeden büyük çoğunluğun paylaşacağı ve bildiği başlıca sorunları ve düşünülebilecek çözüm önerilerini sıralamak istiyorum..
Doğal Sorunlarımız, Güçlüklerimiz, Kalkınmamızı Güçleştiren Unsurlar:
1.) Tarihsel ve kültürel birikim zenginliği 7 ayrı iklim bölgesi, geniş sayılabilecek tarım alanları, zengin sayılabilecek su kaynakları gibi olumluluklar yanında, birçok olumsuzluklara da sahiptir. Bunlar:
2) Komşu ülke sayımız ,bizden çok daha geniş topraklara sahip ülkelerden ,daha fazladır. Sekiz ülke ile karadan altı ülke ile denizden komşuyuz. Komşularımızın çoğu da eski Osmanlı toprakları üzerine kurulduğu için, bir çoğu ile tarihten gelen sorunlarımız halen çözümlenememiş olup, tüm komşularımızla sürekli barış içinde yaşamamız güç olmaktadır. Bu nedenle dünyada gelirine göre en çok savunma harcaması ve silah alımı yapan ülkeler arasında yer alıyoruz. Bu ise ülke kalkınmasına daha az kaynak ayırmamıza neden olmaktadır. Türkiye’nin kalkınması ve yatırımlarına yeterli kaynak bulabilmesi için askeri harcamalarını kısmak zorundadır.
3) Yaşadığımız bölge Osmanlı Dönemi dışında dünyanın en çalkantılı, jeopolitik en kritik bölgelerinin başında yer alır. Kıtaların ve dinlerin karşı karşıya geldiği bölgedir. Ülke içi huzur bu jeopolitiğin etkisiyle, iç barışı, demokrasiyi tam yerleştiremediğimiz için dış kaynak ve desteklerin de etkisi ile sık sık bozulmakta, terör için uygun ortam olmaktadır. Bu da demokrasinin gelişimini ve kalkınmamızı güçleştirmektedir. Enerji ve imkanların büyük bir kısmı iç düzeni sağlamada kullanılmaktadır. Bizdeki kadar koruma polisi olan demokratik başka bir ülke yoktur.
4) Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkler asker, yönetici ve köylü-çiftçi olarak kalmış, zamanında yaygın eğitim seferberliği, ve sanayi yatırımları yapılamamıştır. Bunun sonucu iç ve dış ticaret de gelişememiştir. Her alanda uzmanlaşmış, meslek sahibi, üretken insan gücü yetiştirilmesi gerçekleştirilememiştir.
5) Çağdaş kentleşme geleneği olmaması sonucu özellikle 1950-2000 arası hızlı köyden-şehre göç, kentlerin sağlıksız, plansız büyümesine ve bunun sonucu yeni birçok sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
6) Hızlı nüfus artışı kalkınmamızı frenlemekte, gelir artışımızın büyük bir kısmı artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıldığından kişi başı gelir artışı çoğu kez sağlanamamaktadır. Nüfus ise bölgelere ve sosyo-ekonomik düzeye göre olumsuz bir artış izlemektedir. Kültür ve ekonomik düzeyi yüksek kesimdeki nüfus yerinde sayarken cahil ve fakir kesimle problemli bölgede nüfus hızla artmaktadır.
7) Eğitim ve bilimsel altyapı gelişmeden sanayileşmeye çalışılması, tarım toplumundan sanayi toplumuna sağlıklı geçişi engellemiştir. 9)Bilim ve teknoloji üretmeden sanayileşme çabası “know-how” ve teknoloji transferi şeklinde reçete ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
8) 15. Asırdan itibaren Batı Avrupa ülkeleri yeni kıtalar ve ticari alanlar keşfederek bir yandan ekonomilerini geliştirirken, öte yandan kilisenin baskısından ve derebeylik düzeninden kurtulma yolunda önemli atılımlara geçmiştir. Bunu sanat ve bilime destek, köklü üniversitelerin açılması izlenmiştir. Özellikle 19. yüzyılda bilimsel araştırmaların sonucu alınmaya, bunun doğal sonucu olarak teknoloji gelişmeye başlamıştır. Yüzlerce keşif ve buluş toplumun yaşam düzeyini yükseltme yanında savaş ve teknolojisini de yükseltmiş, ülkemiz ise tüm bu gelişmelerin dışında kalmıştır. Geç kalan sanayileşme çabaları da toprak kaybına engel olamayınca Osmanlı İmparatorluğu çökmüştür.
9)Ülkemizde 1993-2002 döneminde enflasyon %70’nin üzerinde kalmış, bu ise enflasyondan çıkar sağlayan kesimi daha zengin yaparken orta ve dar gelir gurubunu daha da fakirleştirmiştir.2002 den itibaren enflasyon tek haneli rakamlara inmiştir. Nüfusun %20’si toplam gelirin %54’ünü alırken %80’i %40 ile yetinmektedir. En alt gelir gurubundaki %20’nin payı gelirin %5’inden azdır. Bu bozuk gelir dağılımı böyle devam ederse yakın gelecekte iç barışı sürdürmek güçleşir.
10) Sosyal güvenlik kurumlarının geçmişi çok eski olmamakla beraber 2000 yıllarında iflasın eşiğine gelmişler, devlet bütçesine katkı yerine yük olmaya başlamışlardır. Güya işsizliği azaltmak ve sosyal güvenlik sistemini yaygınlaştırmak için çok değişik şekillerde (kısa sürede 38-40 yaşta emeklilik, itibari hizmet, okul ve askerlik dönemini sayma, borçlanma, fiilen hiç çalışmadan emeklilik, erken emeklilik vb.) plansız şekilde genç yaşta emekliler yaratılmış, bunların çoğu yine çalışmaya devam ettiği halde emeklilik maaşlarını da almaktadır. Asıl sosyal amaç aşılmıştır.
Özellikle memur emeklisi emekli sandığından yüksek emekli ikramiyesi de alarak meslek icrasına değişik şekilde devam edebilmektedir. Bu şekildeki sisteme hiçbir güvenlik kurumu dayanamaz. Sistem öyle hale getirilmelidir ki çoğu kalkınmış refah toplumu batı ülkelerindeki gibi uygulanmalıdır. Yani emekli maaşını başka hiçbir işte çalışmayan, hiçbir gelir sağlamayan ve sadece bu maaşla geçinmek zoruna olanlar alabilmelidir. Eğer kişi bir kurumdan emekli oluyor ve hiçbir meslek icra etmiyorsa, alabilmeli ve bununla da rahat geçimini devam ettirebilmelidir. Bu sisteme geçmek kaçınılmaz olacaktır. Başlangıcı parlamenterler yapmalıdır. Çoğu parlamenterimiz SSK veya emekli sandığından emekli maaşını almağa devam etmektedir. Aynı şekilde çoğu meslek elemanı erken emekli olarak özel veya tüzel çalışmakta, daha yüksek gelir sağladığı halde emekli maaşlarını da almaktadırlar. Doktorlar, hukukçular, iktisatçılar, mühendisler, askerler (pilot ve kaptanlar gibi), bankacılar, öğretmenler, neredeyse istisnasız tüm çalışanlar emekliliklerini hak ettikten sonra emekli olarak çalışmaya devam etmektedir. F. Almanya’da emlak kira geliri ve rant geliri bile emekli maaşından düşülür.
Gelir Dağılımı Bozukluğu
Ülkemizde gelir dağılımını en çok bozan unsur, sistemden ve eksikliklerimizden kaynaklanan gelir yollarının olmasıdır. Başlıca unsurlar arsa rantı, para ve yüksek faiz rantı, kayıt dışı ekonomik etkinlikler ve vergilendirme sistemi bozukluğudur. Serbest Pazar ya da piyasa ekonomisi başıboşluk, “bırakın yapsın, bırakın batsın” değildir. Ancak devletin ödemeleri de bu dengesizliği artırıcı yönde gelişim göstermektedir. Devlet veya özel-tüzel kuruluşlar da bir ücretlendirme politikası izlemek zorundadır. Buna göre de vergilendirme sistemi geliştirilir. Örnek olarak devletten en az alan memur 1 alıyorsa en yüksek sınır da 5 veya 10 ile sınırlandırılabilir. Görevi ne kadar kritik olursa olsun devlet en küçük memuruna 1 öderken diğerini de ( ne ad altında olursa olsun lojman, makam arabası, görev yolluğu, özel hizmet tazminatı, teşvik primi dahil) 100 ödeyemez. Kamu bu tür politikasını belirleyince özel sektör de buna ayak uyduracaktır. Özel kesim yüksek kazanç sağladığı zaman yatırım dışı harcamaları da yüksek vergi ile caydırılabilir. Bunun için hiç de “Amerika’yı yeniden keşfe” gerek yoktur. Kalkınmış batı ülkelerinin birinin sistemini almak yeterli olacaktır.
Arsa Rantiyesi
Arsa rantiyesi geliri bizim ülkemiz kadar yüksek başka bir ülke göstermek imkansız gibidir. Almanya’nın tüm arazisinin %11’i yerleşim alanlarına tahsis edildiği halde ülkemizde bu oran %1-2 arasıdır.Geniş sosyal alanlar, oyun-spor alanları, yeşil alanlar park yerleri için yeterli yer ayrılmadan şehirler çığ gibi büyümektedir.
Belediye hizmetleri götürülen yerler belediye tarafından istimlak edilerek planlı şekilde konut ve işyeri yapımı için, cüzi ücretle yatırım yapacak kişilere verilmelidir. Hiçbir çaba harcamadan, sadece arsa ve arazi karşılığı yüksek gelir sağlanması mülkiyet hakkına saygı değil beceriksizliktir.Ne kadar iyi yerde olursa olsun, arsa karşılığı yüksek kazanç sağlanması kesin önlenmelidir. Arsadan bir kazanç söz konusu olacaksa, bu kazanç ya belediyeye ya da Devlete dönmelidir. Böylece devlet ve belediyeler hizmet için daha çok kaynak bulacak, sosyal ve yeşil alanlar daha geniş olacak,vatandaş konut ve işyeri alırken daha az ödeyecektir. Bir arazi arsa özelliğini kazanmadan ne değerde ise (tarımsal verim gibi) bu fiyattan istimlak edilmelidir..
Şehir Planlaması, Yerleşim Yeri ve Bölgesel Planlama Bilinci
Ülkemizin deprem kuşağında yer aldığını, sık aralıklarla deprem felaketine maruz kaldığını ve depremle yaşamak zorunda olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Ancak yerleşim yerlerinin seçiminde, yapılaşmada bunun gereğini yerine getirme yolunu sadece deprem olduktan sonra tartışıyoruz. Konunun uzmanlarının çalışmaları ile tüm önlemler alınarak yeni yerleşim yerleri, şehirlerin büyüme eksenleri tarihsel ve doğal doku, deprem riski ,turistik önemi dikkate alınarak bilimin ışığında belirlenmeli ve tüm belediyeler bu plana uymak zorunda olmalıdır. Şehirlerde mevcut tarihi ve bölgesel özellikli binalar, şehirlere kişiliğini kazandıran özellikler kesin korunmalıdır. İyi planlama ile yerleşim yerleri, eğitim kurumları, sanayi ve ticaret bölgeleri iç içe olmaktan da kurtulacaktır.
Makam Aracı-Lojman Tahsisi savurganlığı
Sık sık basında yer aldığı gibi dünyada en çok makam aracı ve resmi araç ülkemizde bulunmaktadır. Bu araçların bakım-onarım ve yakıt parası, soför ve görevlileri düşünüldüğünde bütçede ne kadar büyük kaynağın heba edildiği görülür.Bir ülkede profesör, emekli olan vali, büyükelçi, general, makam arabası kullanmazken çalışan gençler de bu araca heveslenmemelidir. Aynı şekilde lojman ve dinlenme tesisleri çokluğu, bir yandan geriliğimizi kabullenme, diğer yandan kaynak kaybı ve devlete yükten başka bir amacı olamaz. Lojman ve makam arabası en elzem görevlerle sınırlandırılmalıdır. Dört özel evi olan bile lojmanda oturabilmektedir. Lojman ancak geri kalmış yörelerde, kritik görev yapanlara tahsis edilebilmelidir.
Banka ve Şirket İflası Yükü
Bankalar toplumun birikimlerini emanet edecekleri, yatırım yapanlara verdikleri destekle ülke kalkınmasına hizmet eden, en güvenilir kurumlardır. Her önüne gelen banka açamaz.Serbest Pazar ekonomisinin en güvenli kurumlarıdır. Devlet bankacılık yapmayabilir, ama kendi kalkınma programları ve vatandaşları adına bankaları denetim altında tutmalıdır.
Sağlık Politikası
Müslüman ve sosyal devlet olmanın en önemli şartı, vatandaşlarını eğitmek, sağlıklı ve sosyal güvenlik içinde huzurlu, adil ortamda yaşamasını sağlamaktır. Bu görevi doğrudan yapabileceği gibi, kurallarını belirleyerek denetim altında vatandaşlarına da yaptırabilir. Tek vazgeçemeyeceği savunma ve adaleti hakim kılmayı, yani savunma ve yargıyı kendi üstlenmek zorundadır. Kaldı ki günümüzde ülkeler NATO gibi paktlar, ikili anlaşmalarla ortak savunma ve gönüllü birtakım uluslararası anlaşma ve sözleşmelerle uluslararası hukuk norm ve denetimlerini de kabul etmişlerdir. Tüm vatandaşlar sağlık ve sosyal güvenliğe kavuşturulmalıdır. Bugüne kadar birçok Sağlık Bakanları “sosyalizasyon” “yeşil kart ” “Bağkur “ ” bakım ücreti ”uygulamaları ile sağlık sorununu çözeceklerini sanmışlardır. Bu çabalara rağmen halen batı ülkelerinde yıllardır başarı ile uygulanan sistem benzeri kalıcı ve etkin bir sağlık sistemi yerleştirilememiştir. Tüm nüfusu kapsayan sağlık sigorta sistemi,koruyucu hekimlik,aile hekimliği, ilk müracaat hekimi ve hiyerarşik sevk sistemi yerleştirilememiştir. Son rakamlara göre 590 nüfusa bir doktor düştüğü halde, sağlık kurumları kuyruktan kurtulamamış, sağlık hizmetini alan da hizmeti sunan da memnun ve mutlu değildir. Herkesin sağlık sigorta güvenliği olduğu sistemde para alış verişi de asgari olacak ve sigorta kuruluşu faturayı ödeyecek, vatandaş daha uygar sağlık hizmeti alacaktır.
Aşırı Yurt Dışı Temsilcilik Merakı
Son yıllarda ülkemiz insanına ülkemiz dar gelmekte ve vatandaşlarımız çalışma, iş kurma, daha çok kazanma, daha refah içinde yaşama, ticaret ve diğer amaçlarla başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya açılmıştır. Merkezi yönetim ise başlangıçta iyi niyetle, yurt dışındaki vatandaşlarımıza yardımcı olmak üzere Büyükelçiliklere ek olarak hızla artan sayıda yurt dışı temsilcilikler açmıştır. Bu gün politik ve akrabalık ilişkileri ile çoğu dış temsilciliklerimiz yabancı dil bilmeyen, oralarda yaşayan vatandaşlarımıza yardımcı olamayan aşırı tüketim ve masrafları ile devlete ek yük getiren tüketim merkezleri olmuştur. Bu temsilciliklere zamanla adeta bütün bakanlıklar temsilci atamaya başlamıştır. Ulaşım ve iletişimin bu kadar geliştiği çağda çoğu yurtdışı kadrolar anlamını yitirmiştir. Bu büyük tüketim kapısı yeniden gözden geçirilmelidir.
Hukuk Sistemi, Yargılamada Tıkanıklık
Bir doktor olarak sistemi eleştirme ve daha iyisini sunma yeterliğinde değilim. Ancak vatandaş olarak her vatandaşımız gibi, aşağıdaki noktalara çözüm getirilmesini, yetkililerden 5
( Yasama, Yargıtay, Barolar Birliği gibi) bekleme hakkım olduğu düşüncesi ile konum dışına çıkıyorum.
Günlük yaşantımızda baktığımız zaman başlıca aksaklıklar üç noktada toplanmaktadır. 1) Yargı süresi uzun olup, adaletin sağlanması gecikmektedir. Özellikle emlak ile ilgili bazı davalar dededen toruna devam etmektedir. Geciken adalet de adaletsizliği doğurmaktadır. Mahkemeleri çok işgal eden birtakım anlaşmazlıklar yerel yöneticilerle sonuçlanabilmelidir. 60 yıl öncesi nahiye müdürleri ve kaymakamlar vatandaşlar arası ihtilaflarda aracı olurlar ve çoğunu yargıya gitmeden çözebilirlerdi. Tüm yetkililer yargı süresini kısaltmak için gerekeni yapmalıdır. 2) Yürürlükteki yasalar kamu vicdanı ile uyumlu ve güncel olmalıdır. Bazı olaylarla ilgili yasalar kısa aralıklarla güncelleşemediği için gelişen toplum yapısı ve teknolojinin gerisinde kalabilmektedir. Örnek olarak medeni kanun bir bütün olarak alınmış, bu yasada mülkiyet hakkı tapu kayıtları ile koruma altına alınmıştır. Salt yasaların uygulaması kamu vicdanını yaralayabilmektedir. O tarihten bu yana toplu konut, kooperatiflerle konut, devre mülk, arsa karşılığı konut yapımı, devre konut, gecekondulaşma, şehir planı değişikliği sonucu değer kazanma, zorunlu istimlak gibi başlangıçta yasanın öngörmediği konuların zamanla olağan hale gelmesi uygulamada birçok ihtilafı beraberinde getirmektedir. Yasama organları her an bu konularda değişikliği yapamayabilir. Bu tür değişiklikler Yargıtay veya Meclis Adalet Komisyonu marifetiyle yapılabilmelidir. Yargıda mahalli jürilerden yararlanılma yolu da açılmalıdır. 3) Tam doğru olmasa da yasalar karşısında daha güçsüz olanların mağdur olduğu, kuvvetli ve zengin olanın daima bir yolunu, açık kapısını bularak kendini kurtardığı, haciz takibine uğrayanların, cezaevlerini dolduranların hep fakir ve cahillerin olduğu şeklinde bir kanaat büyük kitleler ve halk arasında yaygındır.“İyi avukat veya adamını bularak her olaydan, takipten ve yolsuzluktan kurtulabilirsin” gibi yaygın söylentiler toplumda hukuka güven ve saygıyı zedeleyebiliyor ve yargıya gitmek yerine “mafya” “aracı” gibi yollara sapılabiliyor. Hatta bu yollar toplumu rahatsız edici , devlete güveni zedeleyici boyutlara ulaşabiliyor. Söylentiler toplumlara yön vermez, ama hukukun kısa sürede ve adil uygulandığı toplumlarda bu tür söylentiler de olmaz.
Sık aralıklarla gündeme getirilen ceza indirimleri de vatandaşta adaletin adil uygulanmadığı, suçların yeterli cezalandırılmadığı kanısını adeta ispatlamaktadır. Hükümetler veya yasama organı bir af getirecekse ancak kendine karşı işlenen suça getirebilir. Özellikle vatandaşlara zarar veren suçların affedilmesi mağdurların devlete ve adalete güvenini sarsmaktadır.
Özelleştirme ve Devlet Bankalarının Özelleştirilmesi
Türkiye birçok alanda olduğu gibi özelleştirme politikasında da çok yavaş kalmıştır. Türkiye’de özel teşebbüs yokken çok yararlı hizmetler gören KİT’ler artık karlılıklarını kaybettikleri, işlevlerini yitirdikleri gibi devletin sırtına büyük yük olmağa başlamışlar, çağa ayak uydurmayı savurganlıklarını artırarak, personellerine aşırı ayırıcılıklar ( lojman, tatil sitesi, lüks misafirhaneler, lüks makam arabaları, çok sayıda sekreterler, sözleşmeli aşırı kadro, lüks ve dev yönetim binaları gibi) sağlayarak yapmağa çalışmışlardır.Devlet Bankalarının özel bankalara açtığı krediler ayrı bir yaradır.
Avrupa Birliğine Giriş ve Avrupa ile İlişkilerimiz
Türkiye son iki yüz yıldır yüzünü batıya yöneltmiş olup, geri kalmışlığının kurtuluş yolu olarak batı kurumlarını almak, taklit etmek, ve onlarla ittifaklar kurmakta görmüştür. Bu uğurda ittifaklarla savaşlar yapmış, bu savaşlar toprak kaybını daha da hızlandırmış, 1. Dünya savaşı sonunda ittifak ettiği devletlerin yenilmesi ile Anadolu’nun küçük bir parçasına sıkıştırılmağa çalışılan Osmanlı İmparatorluğu yerini bir Milli Mücadele (Bağımsızlık Savaşını) kazanarak Cumhuriyeti kuran yeni devlete bırakmak zorunda kalmıştır. Öte yandan Türkiye’deki hızlı nüfus artışı ve tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişteki hızlı köyden göçüşün doğurduğu büyük işsizlik sonucu, Türk vatandaşlarını başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde iş aramaya yöneltmişlerdir. Bu yönelme, başlangıçta iş gücü açığı olan bu ülkeler için cazip gelirken, zamanla hızlanan ve durdurulamayan akın ve oralarda sürekli kalmak istemeleri bu ülkeleri ürkütmüş, hatta korkutmuştur ..
Türkiye hesaplarını iyi yapmak zorunda. “Öfke ile kalkıp zararla oturmaması “gerekir. Bütün kazandıklarını silip atamaz. Askerlerimiz de çağa ve Avrupa’daki gelişmelere daha uyumlu olmalıdır..Bence en iyi yol haklı talepleri karşılamak (yasal düzenlemeler, enflasyonu düşürme, özelleştirme, kurumların yönetimdeki yerini belirleme gibi) en iyi yol görünüyor. En duyar olduğumuz ve yapmadan suçlandığımıza inandığımız “Ermeni Soykırımı” suçlamaları konusunda fazla korkmamız yersiz. Tarihte en büyük soykırım suçluları Amerika, Afrika ve Avrupa’da birçok halkları yok eden Avrupa Birliğini oluşturan ülkelerdir. Uygun politikalar zamanında üretilemedi..İyi politikalar üretebilseydik, büyük bir olasılıkla siyasi baskılar bu boyuta ulaşamazdı. Kıbrıs ve Ege sorunlarına karşı Yunanistan ‘ın tutumu hiçbir zaman değişmedi. Değişmesini beklemek ve Yunanistan ile çözmeğe çalışmak, çözümü zamana yaymak, izlenecek politikanın esası olmalı. Diğer ileri sürülen dayatmaların bir kısmı için bizim de yapmamız gerekenler olduğunun idrakine varmalıyız. Bizde problem yok demekle bir yere varamayız..En azından kişisel hakları gözetmek gerek. Bütünleşme gerçekleştiğinde bir çok sorun, sorun olmaktan çıkacaktır.
Yabancı Sermaye Girişi ve Yabancı Ortaklı Yatırımlar
Sermaye birikimi yetersiz olunca bilgi ve teknolojik düzeyiniz yüksek de olsa bir etkinliğe, üretime başlayamazsınız. İşsizinize iş imkanı da yaratamazsınız. Japonya ve Almanya 2. Dünya Savaşında yenilip, yerle bir olduktan sonra, hem de kendilerini mağlup eden ülkelerden gelen yabancı sermaye yatırımları sayesinde hızla toparlanmışlar, savaşın yaralarını sarmışlar, hatta savaş önceki durumlarından ve kendilerine yatırım yapan ülkelerden daha yüksek düzeye ulaşmışlardır. Aynı gelişim Hong Kong, Singapur ve G. Kore’de de yaşandı. K.Kore kendi içine kapalı, bilimde, teknolojide, milli gelirde en geri ülkeler arasındayken G. Kore yabancı sermaye girdisi ile hızlı atılımı gerçekleştirmiştir. Yabancı sermaye kar etmez, kendini güvende hissetmezse gelmez, daha cazip yer ve ülkeler bulabilir.O halde “yabancı sermayeye vatanı peşkeş çekmek” olarak görülmemelidir.
Demokrasi Kültürü
Üniversite mezunlarımızda, hatta öğretim üyelerimizde de yaşantımıza yansıyan demokrasi kültürümüz gelişmemiştir. Örnek olarak çoğumuz elinde sihirli bir değnek, yada sihirli formülü olan bir kurtarıcı bekleriz. YÖK başkanı tüm üniversiteleri, rektör tüm üniversiteyi, dekan fakülteyi, bölüm başkanı bölümü ters yönde ses gelmeden, muhalefetsiz yönetmek ister ve her yönetici en iyisini kendi bilir, en doğru sözü kendi söyler, en çok saygıya kendi layıktır.Türban olaylarını hatırlayalım.. Okulda müdür, sınıfta öğretmen, kıtada komutan, dairede şef, bakanlıkta bakan, evde baba hep aynı düşünürüz. Bizim dışımızda başkası “kötü niyetli, çıkarcı” ya da “dinci veya islamcı ve haine” kadar sıfat alır. “Daha doğrular, daha iyiler olabilir, karma renkler de çok hoş uyum sağlar” diye düşünmek işimize gelmez..Hem uluslararası antlaşmaları imzalarız, hem de bir yabancının imzamıza uyup uymadığımızı kontrole gelişi karşısında şahin kesiliriz. Demokrasi kültürü evde, okulda kazandırılmalı, basınla ve televizyonlarla hatırlatılmalıdır.
Türkiye’nin Araştırma ve Üretim Stratejisi
Ülkemizin tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi sağlıksız olmuş, bilgi ve araştırmaya dayalı teknoloji üretimi yerine, know-how, Lisans ve reçete satın alımı veya doğrudan eski teknolojideki fabrikaların satın alınarak sanayileşmeğe çalışılmıştır. Bu şekilde de olsa çimento, toprak sanayi ve cam üretiminde kalite yükselmiş, üretim artmıştır. Diğer gelişen sanayi ise demir-çelik sanayidir. Otomotiv sanayinde patlama derecesinde üretim artışı sağlanmıştır. Sanayi de yabancı ortaklıkla montaj şeklinde başlanan üretimde, yerli payı artarak sürmüş, zamanla otomotiv yan sanayisinin de gelişmesini sağlamıştır. Halen bu sektör teknoloji üretmeden, dışa bağımlı gelişse de büyük istihdam yaratmış, yararlı olmuştur.
İhracatımızda sanayi ürünlerinin payı son 30 yılda % 30’lardan %75-80’lere ulaşmıştır. Fakat bu kez, sanayi makineleri ve ara mal ithalatı artmış, dış ticaret dengesi Türkiye aleyhine daha da bozulmuştur. İhracatımızda en büyük paya sahip olan tekstil ve hazır giyim ürünlerinden sağlanan girdilerin yarısına yakını tekstil ve giyim makinelerinin ithalatında kullanılır hale gelmiştir.
İletişim sektöründe de büyük gelişme yine bu alandaki teknoloji üretiminden yoksun olduğu için, tüketim artışını kalkınmışlık göstergesi olarak algılar olduk. Radyo ve televizyon yayın merkezleri, beldelere kadar dağıldı. Ancak hiçbir stüdyo, yerli verici kullanmıyor, ithal ediyor. Kendilerini gelişmişlik göstergesi olarak algılayan yayıncılar sanatçı avına çıkıyor, sanatı yozlaştırıyor. Görgüsüz, ruhsuz,saygısız ve kendinden başkasını düşünmeyen, tüketici, “televoleci” bir toplum yaratmak için yarışıyor.Bu yurtdışından güdümlü televizyonları izlememeliyiz..
Teknolojiyi kullanabilmek de bir başarıdır. Ancak kalkınma için üretim artışı şarttır. Ürettiğimizden çok tüketerek zenginleşme olamaz. Üretime dayanmayan yapılanma, sadece para ile para kazanma, 30 yıl önceki ‘banker ’2000 yılında ise ‘banka’ faciasını doğurmuştur. Gösterişli alış-veriş merkezleri açarak, gösterişli binalar yaparak, tüketimi özendirici otomobil pazarlayarak, para ile para kazanmağa çalışarak zenginleşemeyiz.
Sağlıklı gelişim için teknolojik araştırmaları, aşağıdaki alanlarda yabancı ortaklı yatırımları desteklemeli ve bu alanlarda üretim altyapısı oluşturmalıyız.
1- Tekstil ve giyim sanayi makineleri imali,
2- Mobilya imal makine ve tezgahları, ağaç-plastik, ağaç-seramik kompozitler,
3- Kaliteli inşaat ve yapı malzemeleri,
4- Düşük debili su tribünleri ve hidroelektrik santralleri
5- Rüzgar ve güneş enerjisi santralleri,
6- Bor tuzları ve borlu katı yakıtlar,
7- Laboratuar, analiz (tahlil) aletleri, elektrikli teraziler, spektral aletler,
8- Tıbbi aletler, ameliyat gereçleri,
9- Haberleşme ile ilgili teknik aletler, elektronik aletler, radyo- televizyon stüdyo cihazları,
10-Yarı iletken teknolojisi, saf silisyum ve silisyum bileşikleri imali,
11-Biyoteknoloji ve genetik mühendisliği alanında araştırmalar,
12-Diğer ileri teknoloji ürünleri üzerine araştırma ve üretimler teşvik edilebilir.
Temel ve uygulamalı araştırma merkezleri kurulmalı ve yüzlerce gence araştırma dünyasının kapıları açılmalı 8
Ülkemiz dünya bilim ve teknoloji üretiminde yok gibidir. Her ne kadar ülkemiz kaynaklı bilimsel makale sayısı 1986 yılından itibaren sürekli ve hızlı artışla 46.sıradan 17. sıraya ulaşmışsa da, nüfusuna oranla bu sıra çok düşük olduğu gibi dünya bilim üretiminde payı binde 8 civarındadır. Kaldı ki makale sayısındaki artış da yalnız başına bilimsel araştırmanın ölçüsü değildir. Ülkemizde yayın başlıca üniversitelerde yapılmakta olup, akademik yükseltilmelerden başka bir işlevi de yok gibidir. Bugüne kadar bilim alanında Nobel ödülü alan ve buluşuyla dünya ölçüsünde büyük bir çığır açan bir vatandaşımız yoktur. Aynı şekilde buluşu ile büyük bir ekonomik ve teknolojik başarı kazanan bilim adamından da yoksunuz. Neden olarak bilimsel araştırmaya çok az kaynak aktarmamız gösterilebilir. Ancak bilime inanmadığımız da bir gerçektir.
TÜBİTAK’a bağlı bir araştırma merkezi dışında büyük araştırma merkezlerimiz de yoktur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kurulan tarım ve hayvancılık alanındaki araştırma merkezleri de başarılarını devam ettirememişlerdir. Bilimsel araştırma merkezlerini çoğaltmak zorundayız. Özellikle temel bilimler alanında araştırmaların yapıldığı merkezleri çoğaltmaya çalışmalıyız.
Eğitim Kurumları,eğitimin amacına uygun bilgi ve kültürle donatılmış, ülkenin her alanda ihtiyaç duyduğu vatandaşı yetiştirme,bilim üretme ve bunu topluma insanlık hizmetine sunma,yani yayma görevlerini yerine getirme zorundadır. Ancak ülkemizde meslek elemanı yetiştirme dışında başarılı oldukları söylenemez. Eğitim yükü çokluğu, kaynak yetersizliği gibi nedenler sıralanabilir. Buna rağmen yine de ülkemizde bilim üretiminin % 90’ ı üniversitelerde yapılmaktadır. Gelişmiş birçok ülkede üniversitenin payı % 50’nin altındadır. Devlet ve vakıflar ve özel sektör tarafından kurulan ve desteklenen özel ve genel amaçlı temel ve uygulamalı araştırma merkezleri asıl bilim ve teknolojinin üretildiği kurumlardır.
Ülkemizde hemen hemen her üniversitemizde fizik, kimya ve biyoloji bölümleri vardır. Bu bölümlerden mezunların büyük bir kısmı öğretmen olarak hatta sınıf öğretmeni olarak çalışmaktadır. Kimyacı ve fizikçilerin çalışabilecekleri araştırma merkezleri yoktur. F.Almanya’da kimyacıların % 60’ı araştırma geliştirmede çalışmaktadır. Bizde de bu üç temel bilim alanında yetişmiş araştırıcılar mevcut bazı araştırma merkezlerinde ve yeni açılacak araştırma merkezlerinde çalışabilirler..
Bilimsel çalışma, araştırma ve geliştirmelerin belki kısa sürede yararları görülemeye bilir. Ancak uzun vadede mutlaka fazlası ile yararı görülür. “En iyi yatırım insana yapılan yatırımdır” özdeyişi artık inkar edilemeyecek kadar kabül görmüştür. Gelişmiş ülkelerde bu özdeyiş “en verimli yatırım araştırmaya yapılan yatırımdır” şeklini almıştır.
Ülkemizde “Çay-, Tekel-, Şeker-, Şap-, Hayvancılık-, Toprak Araştırma Enstitüleri gibi tarıma yönelik araştırma enstitülerinde yapılan araştırmalar kısa sürede sonuçlarını vermiştir. Çay bilinmezken çay üretiminde ilk beşe girebildik. Ancak araştırmada süreklilik sağlayamadığımız için üretimdeki gelişmeyi çay işlemede gösteremediğimiz için sattığımız kadar yabancı çay ülkemize girmeğe başladı. Tütün ve diğer alanlarda da sürekli araştırma ve desteği olmayınca tütündeki gelişme sigarada sağlanamadı, yabancı sigara için cazip pazar olduk. Tarım ülkesi olarak görülen ve kabul edilen, nüfusunun % 40-45 i tarım ve hayvancılıkla uğraşan ülkemiz, nüfusunun sadece % 1 i tarım ve hayvancılıkla uğraşan ülkelerden tarımsal ürün ve et ithal eder olduk. Zamanında ülkemize uygun tohum, tür sulama, gübreleme, yem türü sürekli bilimsel araştırma ile gelişebilse durum farklı olurdu.
Bilimsel araştırma yatırım, destek ve en önemlisi zeki, iyi eğitilmiş,sabırlı, disiplinli sürekli çalışabilecek, araştırmaya ve önemine inanmış, hevesli insan ister. İnanç ve heves belki yatırımdan, destekten de önce gelir. İnsanımız zeka bakımından hiç de çağdaşlarından geri değil, hatta belki de dünya ortalamasının üstündedir..Ancak araştırmaya yatırım, destek ve inanç için aynı iyimserlikte değiliz.Bu kültür yüksek lisans ve doktora tezi hazırlanırken alınır ve en önemli buluşlar bu tezler sırasında yakalanır. Eğer ülkemizin ileri uygarlık düzeyini yakalamasını istiyorsak bilimsel araştırmaya inanmak, araştırma ve araştırıcıya yeterli desteği sağlamak zorundayız.. 9
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren kalkınmasına ivme verecek büyük bir destek alamadığı gibi ilk yıllar buna ek bir de ’Duyun-u Umumi’ adı altında Osmanlı borcunu ödemiştir. 2.ci Dünya Savaşı sonrası ve NATO ‘a girişimizden itibaren Marshall Planı ve AID yardımı gibi aldığımız ve belki de küme atlamamızı sağlayabilecek ABD kaynaklı dış yardımı ise ya ülkede mevcut askeri fabrikaları kapatarak cemse, savaş uçağı, tank gibi askeri harcamalarda ya da süt tozu, traktör ve kamyon alımında kullandık. Artan traktör sayısına (40000) paralel olarak mera ve orman varlığımızı azaltma pahasına tarım alanlarımızı artırdık. Tohum ıslahı, sulama ve bilinçli gübreleme ile birim alandan yüksek verim alma yerine, geniş tarım alanlarından çok verim almayı, böylece NATO ve Batı’nın tahıl ambarı, pamuk ve tütün kaynağı olmayı, en büyük askeri gücü beslemeyi üstlendik. Aradan 20, yıl geçmeden Amerika’dan buğday ithaline ve ülkemizin çölleştiğini görerek tekrar ağaçlandırma çabasına girdik.
Dünyadaki 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşanan tarım kesiminden sanayi toplumuna, köyden kente göçüşü görmezden gelerek yeni kentler oluşturma, kent planlaması yerine gecekondulaşmağa göz yumduk, oralara hizmet götürmeğe, gecekondu affı çıkarmağa çalıştık. Öte yandan küçük yerleşim yerlerini toplayarak onları sanayileştirme ile kalkındırma yerine bu dağınık, küçük yerleşim yerlerinin tümüne yol, su, elektrik, telefon, televizyon, eğitim ve sağlık hizmetini götürmeğe , onları uygarlıkla tanıştırmağa çalıştık. Buralara hizmeti götürdük ama hizmet edecek kişileri götüremedik. Zorla gönderemezdik de! Aradan 30 yıl geçtikten sonra hiç de ekonomik olmayacak şekilde pahalı hizmet götürdüğümüz bu küçük yerleşim yerlerinin kendiliğinden ya da terör korkusu ile boşaldığını gördük.
Sağlıksız da olsa kentleşme, geç de olsa sanayileşme ve küreselleşmeyle, uygarlığın nimetlerinden yararlanma, yaşam kalitesinde yükselme gerçekleşti.
Yukarıda çizilen ve karamsarlığımızı artırıcı tabloya rağmen son 10 yılda çok olumlu gelişmeler de oldu ve geleceğimiz de daha iyi olacak. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi beceremedik. Ancak dünyadaki sanayi toplumundan hizmet toplumuna geçişe topallayarak da olsa ayak uyduracağımıza ve bilgi toplumuna geçişi başaracağımıza inanıyorum. Umarım bu treni de kaçırmayız. Beni bu iyimserliğe yönelten 12 yıldır bizi yöneten kadronun devam edeceğine inancımdır.Cumhuriyetin ilanında ilkokul sonrası yalnız 16000 öğrenci lise ve meslek okullarında olmak üzere toplam 364000 öğrencimize eğitim-öğretim imkanı sunabilirken bugün 15 milyon çocuk ve gencimiz eğitim-öğretim görmektedir. Yüksek öğretim gören öğrenci sayımız 92 yılda 3000 den 5.5 milyona yükselmiştir. Bu sürede nüfusumuz 5 kat arttığı halde öğrenci sayımız 50 kat artmıştır. Bu artış yükseköğretimde 1000 kata ulaşmıştır. Üniversite sayımız bu sürede 1’den 196’e yükselmiştir. Eğitim kalitesini beğenmesek de okullaşma oranı ilköğretimde % 98, orta öğretimde % 70 ve yükseköğretimde % 31’ e ulaşmıştır. Bu oranlar daha da artacaktır. Eğitimde nicelik yanında niteliğin de yükselmesi kaçınılmazdır. Zira talep bunu da zorlamaktadır. Yurtdışında öğretim gören vatandaşlarımızın sayısı 54.000 i yükseköğretimde olmak üzere yarım milyonu geçmiştir. Yine 5000 gencimiz yurt dışında lisansüstü düzeyde öğretim görmektedir. Yılda 10 milyon kadar yabancı ülkemizi ziyaret etmektedir. Hemen, hemen her köy ve beldemize elektrik, telefon götürülmüş, yol açılmış ve binlerce kilometre dubleyol yapılmıştır.Marmaray yapılmıştır. Ulusal ve yerel yayın yapan çok sayıda radyo ve televizyon yayınına ek olarak uydu ve kablo yayını yaygınlaşmaktadır. Haberleşme alt yapısı en gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşmış ve bir kısmından ileridir. Bilgisayar kullanımı hızla yaygınlaşmakta, çoğu şehrimizde miskin kahvehanelerin yanında inter-net kahveleri açılmaktadır. Kitap okuma alışkanlığı düşük olsa da izleme, seyretme ve dinleme ile bilgilenme düzeyi yüksektir. Politikacılarımızdan çok duyduğumuz ifadeyle ‘toplu iğne ve at 10
nalı dahil’ her ürünü ithal etmek zorunda olan ülkemiz bugün televizyon dahil birçok endüstriyel ürünü ihraç etmektedir. İhracattaki sanayi ürünlerinin payı % 80’e ulaşmıştır. Kendi içine kapanan toplum dünyaya açılmıştır ve dünyanın en ücra köşelerinde Türklere rastlanabilmektedir.Bu son 10 yılda gerçekleşmiştir.Hayal dahi edilemezdi..
Tartışmamız gereken bazı öneriler
1- Her kuruluş, kurum ve meslek örgütü kendi alanlarında bilimsel yeniliklere açık çağa uygun üretim ve hizmet etkinliklerini en ileri düzeye taşımak için gerekli önlemleri almalı, etik kural ve denetimlerini geliştirmelidir.Eğitimde geri bildirim ve sınavlarda eğitimin seviyesi ölçülmelidir..
2- Ülkede bölgelerarası sosyal ve ekonomik dengeleri giderici, gelir dağılım dengesini düzeltici kararlar alınmalı ve cesurca, sürekli uygulanmalıdır. Bu dengeler sağlanıncaya kadar çoğu mesleklerde uygulanan rotasyon tüm mesleklerde ve görevlerde uygulanmalıdır.
3- Dış politikasında komşuları ile sertleşen ilişkilerini yumuşatmağa çalışırken, Türk Cumhuriyetleri ve Balkanlarda kendisinden beklentisi olan ülkelerle ilişkilerini maddi- sosyal yardımı artırıcı, ancak içişlerine karışmadan geliştirmelidir. Geleceğinin Avrupa birliğinde olduğu yönünde 40 yılda oluşan sosyal mutabakattan yararlanarak özelikle Avrupa’da yaşayan 3,5 milyon vatandaşını da düşünerek bu yoldaki engelleri biran önce aşmalıdır. Kıbrıs’ta 41 yıldır ayrı bölgelerde ve ayrı yaşayan iki toplumun varlığı temeline dayalı çözümün en çıkar ve tek yol olduğunu özellikle en dost ülkelere kabul ettirmelidir.
4- Yatırımın lüks kamu hizmet binası, lojman, sosyal ve dinlenme tesisi yapmak olmadığını öğrenmelidir. Devlet lojmanları, misafirhaneler, dinlenme tesisleri, makam ve hizmet araçları gibi ayrıcalık yaratan tüm devlet malları en zorunlu çok sınırlı sayıya indirilecek şekilde hızla satılmalıdır.
5- Üretim artırıcı, özellikle enerji üretimi alanındaki yatırımlar, dış sermayeli yatırımlar desteklenmelidir. Tüm imkanlar ve teşvikler üretimi artırıcı, kalıcı zenginlik sağlayan alanlara kanalize edilmelidir. Unutmayalım ki üretmeden tüketen toplumlar kalkınamaz ve uzun süre ayakta kalamaz.
6- Asker sayısı ve askeri harcamalar bütçe içindeki payları bir plan dahilinde hızla dünya standartlarına indirilmelidir. Doğrudan savunma ile ilgisi olmayan, hepimizce bilinen harcamalar derhal durdurulmalı, bu harcamalar savunma sanayisi ile ilgili araştırma ve üretime kaydırılmalıdır.
7- Avrupa standartlarında ve modelinde sağlık ve sosyal sigortalar sistemi bir bütünlük içersinde yerleştirilmelidir.
8- Yargı bağımsızlığı, yargıya güven, adaletin adil ve kısa sürede dağıtımı için tüm önlemler alınmalı, “mafya, çete, aracı” gibi yargı dışında hak takibi yolları kapatılmalıdır.
9- .Göç caydırılmalı, soydaşlarımızın doğdukları ve yaşadıkları ülkelerde mutlu olmaları, yaşadıkları ülke ile aramızda köprü olmaları için çaba harcamalı, uluslararası düzeyde hak aramalarına yardımcı olmaya çalışılmalıdır.
10- Partiler yasası ,milletvekili adaylarının daha geniş kitlelerce seçme ve seçilmesine imkan verecek şekilde değiştirilmelidir.
11- Herkes bu ülkede kazanıyorsa ve bu devletin varlığı koruması sayesinde kazanıyor. Bu bilinçle herkes devletin harcamasına gücü ölçüsünde katılmak zorundadır. Koruma ve destek sadece hizmet ve üretim artışı ve istihdam yaratıcı yatırım yapana yapılmalıdır. Tüm ayrıcalıklı aşırı harcamalar aşırı vergi ile azaltılmalıdır.
12- Büyük bilimsel ve teknolojik araştırma merkezleri açılmalı, bu merkezlerde devlet- özel sektör ileri teknoloji (High-TEC) üretimi ile çağın gerisinde kalmamalıdır.
13- En büyük sermayemiz insan gücümüz. Eğitim, araştırma ve sağlığa ayırdığımız kaynakları da en azından ekonomik zenginliğimiz ölçüsünde artırmalıyız. İnsanlarımızı sağlıklı, insan haklarına saygılı,en az bir meslek sahibi, kendine ve ülkesine güvenen, ülkesine ve tüm insanlık alemine yararlı bireyler olarak yetiştirebilmeliyiz.
14- Mezopotamya ülkeleri ile ekonomik ve kültürel ilişkilerimizi geliştirmeli ,yararlı projeler hazırlamalıyız.Bu ekonomik ve kültürel projeleri Kafkasya ülkeleri ile de yapmalıyız..10 Şubat 2015
Kaynaklar
[1] Die Türken in Deutschland, “Wir in Europa” September 1995.
Kaynak : http://www.drhalitbayramoglu.net/turkiyenin-temel-sorunlari-ve-uzun-vadeli-cozum-onerileri
Op. Dr. Halit BAYRAMOĞLU KİMDİR?
Op. Dr. Halit Bayramoğlu, 1953 yılında İSTANBUL Üsküdar’da doğdu. VAN Edremit’ te yüzyıllardır yerleşik Bayramoğlu ailesinin oğullarından biridir.Babasının ismi Nihat ve annesinin ismi Meliha’dır. İlkokulu, ANKARA Yenimahalle Fatih İlkokulu, Ortaokulu Yenimahalle Ortaokulu, Liseyi Bahçelievler Cumhuriyet Lisesinde okudu ve 1977 de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi.Doktorasını SİVAS Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinde yaptı ve Göz Mütehassısı oldu.Üniversite ve akademik yıllarında siyasetle ilgilendi.Her zaman kararlı,cesur,dürüst ve vatansever oldu.Türkiye’ nin temel sorunları ile hep ilgilendi.Sanayileşme ve kentleşme ile ilgili araştırmalar yaptı.İki çocuk babası olup iyi derecede İngilizce bilmektedir.
Benim vizyonum Van’da doğan, yetişen ve yaşayan herkesin, gelişen Türkiye’den payını almasını; geleceğe ümitle bakan, doğduğu, yetiştiği ve yaşadığı şehirle gurur duyan hemşehriler olmasını; Van’da doğmuş, yaşamış veya yetişmiş olmaktan kazanmış olduğu niteliklerle Türkiye ve insanlığa yardımcı olmasını istiyorum. Bu isteği gerçekleştirmede benim payıma düşenleri yapmayı da önde gelen görev olarak görüyorum.