| ||||
DOSTLUK İPİ Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve Küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama Pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkânı kapatırken elektrik Sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık Ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış,Bulaşıkçılık yapmış, yine de Evinin Kirasını ödeyecek kadar para Kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir Bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini. Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki Parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta Otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan Şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, 'Yalnız bırakın Beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer' diye söylenmiş.Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç Adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri Geçiveren ihtiyar, 'Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, Ona nasıl yardım etsem acaba?' diye düşünmeye başlamış. Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın Ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de Yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadamı terzinin yanına yaklaşıp, 'Ne o evlat, bu ayazda parkta Donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim' deyince, 'Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını Düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş' Diye yanıt vermiş terzi. Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki Paltoya onca para ödediği halde Kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş. 'Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?' Diye soran yaşlı adam, 'Ben terziyim' yanıtını alınca 'Benimle Gel, hayat hikâyeni yolda anlatırsın' diyerek arabaya bindirmiş. Bizim terziyi. Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen İyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkân açmasına yetecek kadar para Vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın Dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler Gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, Onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler Almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü Marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık 'ünlü işadamı' diye anılır olmuş. Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş Bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine Az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra Yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir Ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği İçin uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun sure hastanede yatmış, bir yandan da Sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş. Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın Kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkân kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya: 'Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede Yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde Yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş.Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona 'Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle Bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye Başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın' Demiş. Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye Başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün Yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım İsteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek Üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca Parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine Sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış. Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden Canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden Bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini Koparmasaydın...' Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir Sözü yokmuş... DOSTLUK İPLERİNİZİ KOPARMAMANIZ DİLEĞİYLE....... Bütün hayatımız boyunca bizi üzen, korkutan, kolumuzu-kanadımızı kıran, ümitsizliğe düşüren yığın yığın olaylarla karşılaşıp durmaktayız. Üstelik, inancımız ve hayat tarzımızdan dolayı bazen suçlu muamelesi de görebiliyoruz. Zayıf görüldüğümüz için hakarete uğrayabiliyor; şefkatle uzattığımız elimize tokatla karşılık verilebiliyor. Ne tarafa dönseniz, kapılar yüzünüze kapatılmış gibidir. Böyle anlarda herşeyin bittiğini sanır, kendi hayatınızı omuzlarınızda bir yük gibi hissedersiniz. Oysa bütün sıkıntılar, dertler, üzüntüler bir imtihan. Dertsiz-tasasız bir hayat nasıl bir imtihansa, bu da öyle bir imtihan. İlk insan Hz. Adem A.S.’la başlamış, kıyamete kadar bütün insanların tabi tutulacağı bir imtihan. Ne peygamberlerin, ne de Allah’ın has kulları velilerin uzak kalabildiği bir imtihan. Sabredip vazifelerinden dönmeyenlerin, isyanı aklına bile getirmeyenlerin yüz akıyla çıktıkları bir imtihan. Demek ki sıkıntı ve zorluklarla sınanmak genel bir kanun. ‘Niçin böyle?’ sorusu beynimizi kemiriyorsa bilmeliyiz ki: Karanlık olmasaydı, aydınlık bilinemezdi. Düşmanlar olmasaydı, dostların kıymeti anlaşılamazdı. Korkular yaşanmasaydı, ümit etmenin zevkine varılamazdı. Kötülükler olmasaydı, iyinin bir anlamı olmazdı. Yani zıtlıklar varlığın, varolmanın tabiatında var. Düşünün ki, alemlerin yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı Hz. Peygamber (A.S.), bir insanı en derinden sarsacak üzüntüler, sıkıntılar, korkular yaşadı. Kovuldu, taşlandı, yaralandı, hakarete uğradı, arkadaşlarını ve hatta evladını toprağa verdi. Peygamberlerin şahı idi ama aynı zamanda bir çile ve sabır peygamberi idi. O’nun hayatındaki sıkıntıları da bizim hayatımızdakileri de şüphesiz Allah yarattı. O hiçbir şeyi abes yaratmadığına göre, sıkıntılarımızda da elbette nice hikmet ve sebepler var. Kimini anladığımız, ama çoğunlukla anlayamadığımız sebep ve hikmetler. Cenab-ı Rabbu’l-Alemin, Mekke’de üstüste yaşanan sıkıntılardan dolayı Rasulünün kalbini İnşirah Suresi ile rahatlatırken, bizim kalplerimize de sonsuz şefkatiyle fısıldamıyor mu? “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Senin belini büken o ağır yükünü indirmedik mi? Hem senin şanını da yüceltmedik mi?” Demek ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet kesinlikle zorlukla beraber kolaylık vardır. O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş! Ve sadece Rabbine rağbet et, O’na yönel!” (İnşirah/1-8) Rabbimiz bu surede bütün müminleri de zorluğun ardındaki kolaylıkla müjdeleyip, uymaları gereken prensibi bildiriyor. Evet; hayatımız boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşacağımıza şüphe yok. Korkacak, üzülecek, acı duyacağız. Belki karamsarlığa düşecek, kimi zaman da ümit ve ümitsizlik arasında yalpalayacağız. Ama zorluğun bulunması, kolaylığın geleceğine bir işaret. Bu ilahî prensibe inanıp, yılmayacağız. Zorlukları kalb genişliği ile karşılayacak, bir işi bitirince veya bir işle ilgili yapabileceğimiz bir şey kalmayınca, gücümüzün yettiği başka işlerle uğraşacak, hem kendimizin hem de diğer insanların dünya ve ahiret mutluluğu için elimizden ne gelirse yapmaya çalışacağız. Çeşitli zararlara maruz kalsak da, bizim gayemiz hep iyilik olacak. Gevşekliğe, ümitsizliğe düşmeye hiç gerek yok. Dün, belki sevindiğimiz bir gündü. Belki de “Allah düşmanımın başına vermesin” dedirten günlerden biriydi. Ama herşeyiyle birlikte yaşandı bitti. Neticede yaşadıklarımızı takdir edecek, son kararı verecek olan Allah. Herşey O’nun hükmü altında. Yaşananları O’na havale edip, her an yeni bir başlangıçla yaşamaya devam edeceğiz. Başımıza gelen kötü şeylerin hakkımızda hayır olmadığını, ya da kaybedilenlere karşılık neler kazandığımızı kim bilebilir? Herşeyi bilen Allah’a sığınıp, O’na güvenip, şu kısacık hayatın zorluklarına sabrederek O’nun huzuruna yüz akı ile çıkmaya çalışmaktan başka çare var mı? “Gevşemeyin. Ve üzülmeyin. Eğer inanmış iseniz, en üstün olan sizsiniz.” (Al-i İmran/139) “... Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf/87) “Rabbin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümidini keser ki?” (Hicr/56) “Ey kendilerine zarar vermede haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah dilerse bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok affedici ve çok merhametlidir.” (Zümer/53)
Beyninizi beslemenin yolları! Diğer hücreler gibi beyin hücreleri oluşum sırasında besin öğelerine ihtiyaç var. Vücudumuzdaki diğer hücreler gibi beyin hücreleri de oluşum sırasında besin öğelerine ihtiyaç duyar. İşte beyninizi beslemenin yolları... Beyin hücreleri vücudumuzdaki diğer hücreler gibi oluşum sırasında besin öğelerine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle hamilelik sırasında ve bebeklik döneminde sağlıklı bir vücut ve beyin fonksiyonu için sağlıklı beslenmenin çok büyük önemi vardır. Şu anda ise yapılan birçok çalışma yetişkinlik döneminde beslenmenin bilişsel fonksiyonlara etkisini araştırmaktadır. Hangi besin ve besin öğelerine ihtiyacınız olduğunu öğrenirseniz, erken iş toplantıları için sizi uyanık tutacak kahvaltı seçenekleri seçebilir, öğleden sonraki toplantıda esnemekten kurtulabilir ve geç saatlere kadar daha zinde çalışabilirsiniz. Şimdi bu önemli besin öğelerine bir bakalım: Folik asit tüketimi asla unutulmamalı! Portakal suyu, yeşil yapraklı sebzeler ve tam tahıl ürünlerinde bulunur. B vitaminlerinden olan folat, özellikle hamilelik öncesi ve sırasında çok büyük önem taşımaktadır. Yeterli alımı doğum defektlerini önlemekte ve bebek beyninin hafıza hücreleri için anahtar görevi görmektedir. Yapılan çalışmalar kandaki yüksek folat seviyesinin, homosistein seviyelerini korumaya yardımcı olduğunu göstermektedir. Bu iyi bir şeydir, çünkü yüksek homosistein seviyesi Alzheimer ve demans (bunama) riskini artırır. Portakal suyu ile tam tahıllı ekmek kahvaltı için ve beyni beslemek için iyi bir seçenektir. Folik asit düzeyi düşük kişilerde, depresyona benzer belirtiler görülebilir. Serotonin hormonu yetersiz olan kişilerin, aynı zamanda folik asit düzeylerinde de düşüklük görülür. Bu hastaların diyetine folik asit eklendiği zaman ise hem serotonin düzeyleri yükselir, hem de psikolojik durumlarında düzelme olur. Beyin hücreleri kolini şiddetle ister Kolin, bir çeşit B vitaminidir. Yumurta sarısı, yer fıstığı, balık, yeşil yapraklı sebzeler, soya ve keten tohumu kolinin kaynakları arasındadır. Kolin, beynin iletim servisi olan nerotransmitterleri destekler. Ayrıca yeni beyin hücresi üretiminde de fayda sağlar. Kendisine hafıza vitamini de denilmektedir. Sinirlerdeki iletilerde önemli görevi olan asetilkolin maddesi için gerekli bir moleküldür. Yeterli miktarda antioksidan almalısınız Özellikle nar suyu, kuru yaban mersini ve kuru eriğin içerdiği yüksek miktardaki hastalıklarla savaşmaya yardımcı olan biyokimyasallarla oksidatif stresle savaşır ve bilişsel fonksiyonları korur. Bu nedenle kahvaltıda ya da ara öğünde yoğurdunuza yaban mersini ekleyip öğlen için de ıspanaklı bir salata sipariş edip vücudunuza ve beyninize iyilik yapabilirsiniz. Çay içmeye devam edin Yapılan son çalışmalar, çay tüketiminin kişiyi sakinleştirerek konsantrasyon artırdığını ve işe odaklanmanın artığını gösteriyor. Çay, kafein içerdiği için “uyuklamayı önleyici”, “kişiyi daha uyanık ve dikkatli duruma getirici” olarak bilinir. Bileşimindeki kafein dolayısıyla merkezi sinir sistemini uyarıcı etkinlik gösterir. Çayda bulunan besin öğesi ”teinin” beyin dalga aktivitesini artırarak zihnin daha sakin ve atik olmasına teşvik etmektedir. Tein, yeşil, siyah ve oolong çayda bulunur. Susamayı beklemeden su içmelisiniz Eğer beyniniz bulanıksa muhtemelen susamış olmalısınız. Dehidrasyon (vücudun su kaybetmesi) sizi halsiz, uyuşuk hissettirir ve konsantrasyon problemleri yaşamaya başlarsınız. Bu nedenle günde 8 - 12 bardak su tükettiğinizden emin olmalısınız. Sıvı tüketmek için susamayı beklememelisiniz. Beyne susama sinyali iletildiğinde vücutta yüzde 1 su kaybı olmuştur. Yüzde 10 su kaybı hayati tehlikedir. Suyun yanında, taze meyve ve sebze atıştırmaları da hidrasyonu sağlamaya yardımcı olmaktadır. Meyve ve sebzelerin yüzde 80-90'ı sudur. Meyve ve sebze tüketimi ile vücuda 1 litreye yakın su sağlanabilir. Haşir İnsan unutandır, alışandır. Hep aynı nefesleri alacağımızı sanırken birden duruverir kalbimiz. Sonsuz sanırız dünyayı. İşlerimiz bitmez biliriz. ...Yanılırız. Her yanılgıya düştüğümüzde, dünyayı bitmez sandığımızda… ezanlar yayılır, dağılır göklere. Kendimizi kendimize, dünyaya kaptırdığımızda Allahu Ekber… Allahu Ekber ile irkiliriz. İrkilmiyorsak o zaman ezandan daha büyük (sandığımız) düşünceler sarmıştır bizi. Gazetelerin başlıklarında, haberlerin kesretinde, derdi-i maişet çemberinde "bir şeyler" yaptığımız aldatmacasıyla gider geliriz. Sabah ezanları karanlık yönlerimizin üstüne bir ışık gibi düşer. Pencerelerin, perdelerin ürperdiğini "gözlerimizle" görürüz. Sokaklar uykudadır henüz. Minareler birer birer uyanır ve uyandırır gecelerin bütün mahmurluğunu, gafletini, ülfetini...Sabahın lezzetini ilkin kulaklarımızla tadarız. ...Ve her ezan bir sûrdur. Her sabah bir haşir. ...Uyanırız. Gecenin içinden güneşi çıkarıp gönderen âlemlerin Rabbine secdeler boyu şükürler olsun. Ne güneşe sözümüz geçer ne geceye… Uykumuz bitmese… Kim uyandırır bizi O uyandırmasa! Kocaman yanılgılarımızla karşı karşıya geldiğimiz demler olur.Adımı(mı)zı nereye koyacağımızı şaşırdığımız…Ne gam! "Geceler" biter. Geceye sözü geçen Bir'i vardır. Geceler kararıp kalmaz. Karalar içinde kalmayacağımızı daha ezan başlarken biliriz: Allahu Ekber… Allahu Ekber… Daralınca, şaşırınca, sevinince… ihtiyari/gayr-ı ihtiyari dilimizden dökülür ya Allahu Ekber. Ne rahatlarız o an! (aşkınız kim düşünün bakalım??) Bir Büyük… Devamlı Büyük… Sonsuz Büyük… Büyükler Büyüğü var ya…Ne gam! Sabah ezanları hem bir ayrılığı anlatır hem bir ışığa koşuşu muştular. Kulaklara ilk dökülen huşu, huzur, odur. Gündüzden büyüktür. Dertlerin geceyi sende geçirmişse... Ahlarını dizginleyememişsen... Gözlerin hep pencerelerde, kapılarda bir dost beklemişse... Ağlama! Her şeyden Büyük: "Ben hep yanındayım."diyor. Duyuyor musun? Acılarını O anlar. Pencerelerden odana Allahu Ekber sesleri dolar.İçine sonsuz müjdeler…Açlığını,açıklığını "açık et" yeter ki… Geceyi dürüp büküp bir tarafa atan, yerine gündüzü seren, senin derdi/ne de çaredir. Doktor O, ilaç O... ***** Her ezan bir sûrdur. Yeni bir uyanıştır her ezan. Dalıp gittiğimizde. Endişelerimizin ağında çırpınırken... Günü yaraladığımızda/yarıladığımızda bu sefer yeni bir ezan, yeni bir sûr: Allahu Ekber… Allahu Ekber… Gündüzün ortasında... İşimiz bizi sarıp sarmaladığında...Yağmaladığında... Kalabalıkların çılgınlığında... anlarız yolculuğumuzu. İşi gücü bir vakitçiğine bırakmalıyız. Gündüze çoktan alıştık ya... Dalıp gitme der bu öğle ezanı (da) dalıp gitme! Yorgunluğunu bırak bir seccadeye. "Uyanık gördüğün rüyalar" değil mi bu alıp vermeler? Gidip gelmeler? Nereye gidersen git... Nereden gelirsen gel... Şimdi bu yeni ezanın davetinde kendine bir daha gel! Hesaba çek kendini. "Kendin diye biri" var ve bunu bil! Kendini unutma çarşıların, meşguliyetlerin kalabalığında! Çarşı senin "için"/de. "Namaz aynası"nda kendine b/akacaksın yine ve yeni bir zamanda. Sabah bir uyanıştı, bir sûrdu; bu da öyle. ***** Gaflete düşer düşmez bir ezan daha düşüyor semâlara. Gün dönüyor gayrı. S/arı bir vedâya doğru yol alıyor, dünya. Vedâyı hatırlatıyor bu ikindi iyice.(Ah bu gün sonbaharı ikindiler!) Vakitlerin haritasını ezanlar çizer. Bunu daha iyi anlamaya başlarız. İkindi ezanlarında sonbahar kokusu olur. Ayrılık yani. Buruktur bu yüzden. Heyecanlar biraz daha gevşer. Dünya işlerinin bitmeyeceğini iyice anlarız da… Yenilip yenilip güreşe doymayan pehlivanlar gibi yarınki hayallerle beraber kilitleriz kasalarımızı. Ne arzularımıza yeteriz, ne acılarımızı dindiririz. Ebedi bir gözyaşı olur bakışlarımız. ***** Gün biter. Şaşkın şaşkın, ufuklarda kaybolan güneşin izini ararız. Güneş gibi batacağımızı düşünüp… Gece gibi gündüz de çıkıp gitti elimizden! Bir parça gündüz bile saklayamadık geceye. Geriye ancak secdelerimiz kalır. Nice emellerimiz yorgun savaşçılar gibi düşüp kaldılar bir yerlerde. Bir kıyamet sûru gibidir akşam ezanları. Korkularımızı örter gece. Camilerde esrarlı ışıklar... Şerefeler geceyi selamlar. ***** Lâ uhibbul âfilîn Gecenin sûru yatsı ezanları işlerin iyice sırtımızdan düştüğünde daha bir "dokunur."Gece gün tezgahında dokunduğumuzu da gecelerin koynuna düşerken mi daha iyi anlarız? Her ezan bir uyanıştır. Dünya her vakit uyanıktır. Ezan sesidir duyduğumuz her dem. Zamanlar birbirine devrolurken budur zaten olanlar. Onun mülkünde onun bestesinden gayrı ne olabilir ki…Cehaletin kulağı sağır olur.Ezanı kulağı, ezandan sızanı da ruhu duymaz. Sûrdur, huzurdur, nurdur bütün ezanlar. Perişanlığımızı ezanların aynasında görüp başıboşluklarımızı düğmeleyeceğimiz anları duyurur."Rahat!"ı ve "Hazır ol!u iç içe namaz zamanlarını…"Kulağı olmak" yetmiyor elbet! Hasılı kulak kesilmek gerekiyor. Kul/ak gerekiyor. C/an kulağı...Canan kulağı... Zaten duymak istediğini duyarmış kulak. Namazı müteakip!" kaydıyla kavilleşmelerin ayrı bir huzuru vardı. Birçok şeyle beraber, vatanda emn-ü eman içinde yaşadığımız hissi veren o muhteşem terkip hayatımızdan çekilmeye başladı. Namaza yakınlığıyla, ıraklığıyla belirlenmediği için mânâsızlaşan vakitlerde gelen çay davetleri tıkız, sohbetler kılçıklı… Ezan sesinin girmediği loş mekanlarda, gıybetin kokusu sinsice giriyor yenimizden, yakamızdan. Heraklit diyalektiğinin, o zamane yalakalığına teşne kurgusu, modern modunda yanıbaşımızda akan namaz ırmağından bizi sıyırıp alıyor; "değişim tanrıları" kuşatıyor sözlerimizi. "Ben olmak" vakt içre özge bir vakte sahip olmaktır; onun biricik yolu da, zamanı aşma imkanı veren namazdır. "Huzurdayım" şuuruyla varılan secde; zamanın akışını değiştirmenin ezeli ve tek diyalektiğidir; geçmişin muhasebesi, geleceğin istikametini tayin fırsatıdır. "Devran havadisi" ilk tekbirle beraber sükûta erer, göğe doğru akan ırmak çağıldamaya başlar; "varoluş" işte bu, "ben olmak" işte bu, "olmak" işte bu. Namazsızlık, sele kapılan zavallı koyun ölüleri gibi, zamanın çılgınca akan ırmağında sürüklenmektir… Yüreğini saniyelere bağlayarak yavuklunun yolunu bekleyen genç, randevuyu kaçırmamak için duvardaki saatin karşısında mıhlanan işadamı, dünyayı yönetmek gafletine dalan büyük siyasetçi; "namazı müteakip" gibi iki dünyayı kucaklayan bir zaman ölçüsünden haberdar mısın? Değilsen; yolun ya harama uğrar, ya yolsuzluğa. Dünya hayatı, vuslat ile ayrılık arasında geçen vakit aralarını doldurmaktır. "Dakik olmak!" incelikleri fark etmek demektir. Şimdilerde, pek çoğu "öyle de olur, böyle de olur" sadedindeki işlere saatinde katılmak gibi mekanik ve sıradan bir anlama bürünmüştür. Hayatı kadranda seyretmeye alışan, eni sonu zamaneye tabi olur… Canı tamuya direk olası Albız da, seccadeyi altımızdan kaydırmak için yoğun mesaidedir; bizi yârin mahallinden uzaklaştırmak için her dem başka bir bahane üretmededir. Namazla yükseğe, en yükseğe çıkarak incelen ve dünyaya dönen kişidir dakik olan… Varlık karşısındaki dikkat, mirac yolcusunu alçaktan akan suyu yükseğe dökmek hünerine er geç vardıracaktır. Yaşamak, "namazı müteakip" yaşamaktır; bâkîsi hüsran | ||||
Duyuru Arşivi | ||||